Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 106: Son

Çevirmen: Ari
Bölüm 106: Son
Yirmi beş yıl önceki o gün, Xiandu’ya ve Lingtai’ye ilk giren kişi Wu Xingxue değildi— kaotik zaman çizgisindeki Lingwang’dı.
Hua Xin o günü hâlâ çok net hatırlıyordu. Bir ölümsüz haberci paniğe kapılmış şekilde gelip şöyle demişti: “Biri Xiandu’ya izinsiz girdi!”
Hua Xin şaşkınlıkla sordu: “Kim?”
Xiandu öyle herkesin elini kolunu sallayarak girebileceği bir yer değildi, oraya çıkan Taiyin Kulesi de sıradan birinin tırmanabileceği bir kule değildi.
Xiandu’ya izinsiz girilmesi gibi bir şey… bugüne kadar hiç olmamıştı.
Bu yüzden bu basit cümle bile Lingtai’yi sarsmaya yetmişti.
Haberci, “Bilmiyoruz,” dedi. “O kişi yüzünü hiç göstermedi. Bir maske takıyordu.”
Hua Xin tekrar etti: “Maske mi?”
“Gümüş, üzerinde desenler olan bir maske.”
Hua Xin’in kalbi bir anda sıkıştı, alçak sesle mırıldandı: “Nasıl olur da o…”
Diğerleri ise tamamen şaşkındı: “Kim? Tanıdığınız biri mi?”
Yıllar önce Wu Xingxue iblise dönüştüğünde, Lingwang’ın varlığı Lingtai Göksel Yasası tarafından silinmişti. Teoride, bu dünyada hiç kimsenin, hep maskeyle gezen ve elinde bir kılıç tutan o ölümsüzü hatırlamaması gerekiyordu.
Ama Hua Xin biraz istisnai biriydi.
Kötücül oluşumu gözetmek için ruhunun küçük bir parçasını karmik dünyadaki Feng Sekti’ne yerleştirmişti. O parça, mevcut dünyanın silme etkisinden etkilenmiyordu. Bu yüzden ne kadar silinirse silinsin, asla tamamen unutulmamıştı.
Lingwang’a dair izlenimlerinden bazıları hâlâ hafızasındaydı.
Xiandu’daki diğer ölümsüzler gelen kişiyi tanıyamamıştı ama Hua Xin için durum farklıydı. Maskeyi duyar duymaz, gelenin Lingwang olduğunu anlamıştı. Üstelik de karmik dünyadaki Lingwang’dı.
Çünkü mevcut dünyadaki o kişi… çoktan herkesçe tanınan bir iblis olmuştu.
Peki Lingwang neden bu dünyada ortaya çıkmıştı?
Hua Xin sordu: “Peki… bir şey söyledi mi?”
Haberci, son derece şaşkın ve telaşlı bir sesle, “Xiandu’ya girer girmez bir iç çekti… ve sonra ‘Beni affedin’ dedi.”
Hua Xin’in kaşları çatıldı. “Kime dedi?”
Haberci, “Herkese,” dedi.
Hua Xin bir anda ayağa fırladı.
O aptal biri değildi, olayların özünü hemen kavrardı. Bu kez de farklı değildi.
Çünkü daha önce Göksel Yasa’nın zaman zaman ona üstü kapalı şekilde izin verdiğini ya da yönlendirdiğini fark etmişti. Lingwang’ın sırrını biliyordu. Her seferinde göksel emir aldığında ne için görevlendirildiğini de biliyordu.
Olayları birleştirince, Lingwang’ın neden geldiğini hemen anladı: Bu dünyayı kaotik bir zaman çizgisi olarak görüyordu ve tek hamlede yok etmeye gelmişti.
Hua Xin hemen kılıcını çekti ve Lingtai’nin zirvesinden yıldırım gibi aşağı indi.
Lingtai’nin on iki zirvesini koruyan ölümsüzler de peşinden gitti.
Mingwu o yıllar İlahi ağacın gücünü ödünç alırken, Lingwang ile bir gün savaşacağını öngörmüştü.
Ama bunun İlahi ağaç yüzünden olacağını sanmıştı— Bugünkü gibi bir sahneyi hiç beklemiyordu.
Daha da önemlisi, normalde şaka yapmayı seven, ilkbahar meltemi gibi yumuşak bir kişiliğe sahip olan Lingwang’ın, bu kadar vahşi olabileceğini de hiç düşünmemişti.
Yaptığı her hamle öldürmek içindi. Her vuruş, dağları ve denizleri yerle bir edecek bir baskı taşıyordu.
Belki de… ne kadar kararsız olursa, yok olacak olanlar o kadar çok acı çekecekti.
Ama bu vahşilik, işte tam da bu anda ürkütücü görünüyordu.
Çünkü bir sonu yoktu.
Bir kişi üzerine geldiğinde, o da tek kişinin gücüyle karşılık veriyordu. On kişi üzerine geldiğinde, o da on kişinin gücüyle karşılık veriyordu.
Lingtai’deki ölümsüzler, Lingwang’ın karşısında en ufak bir üstünlük bile sağlayamıyordu. Herkes korku ve şaşkınlık içindeydi. Birisi bağırdı: “Neden dışarıdakileri acilen çağırmıyoruz?!”
Tam o anda, Hua Xin’in içi buz kesti.
Nadir rastlanan bir şekilde, kafasının üstünden aşağıya keskin bir soğukluk indiğini hissetti.
Gerçekten de Xiandu bu kadar karışmışken, Lingtai Göksel Yasası hiçbir tepki vermiyordu.
Sanki…
Her şeye yine göz yumuyordu.
Eğer bir adım daha ilerisini düşünürse– Lingwang’ın burada olmasının nedeni, büyük ihtimalle yine bir göksel emir yüzündendi.
İşte o noktada, Hua Xin nihayet Göksel Yasa’nın geçmişteki tüm zımni rızalarının nedenini anladı.
Kendisi, başkalarını kullanarak İlahi ağacı kötüye kullanmıştı. Ama Göksel Yasa da onu kullanarak kaotik zaman çizgisini açmıştı. Şimdi ise Göksel Yasa, kaotik çizgideki Lingwang’ı göndererek, bu dünyayı tümden temizlemek istiyordu.
Bu dünyayı artık istemiyordu. Karmik dünyayı gerçeğe dönüştürmek istiyordu.
Ama…
Lingtai Göksel Yasası neden artık bu dünyayı istemiyordu?
Hua Xin bunu merak etti.
Ama düşünecek vakti yoktu, çünkü bir kişi daha ortaya çıkmıştı.
Bir iblis.
Wu Xingxue.
Ölümsüzler Xiandu’yu daha önce hiç böyle çalkantılı ve karmaşık şekilde görmemişlerdi.
Karmik dünyanın Lingwang’ı, gerçek dünyayı yok etmek istiyordu. Bu dünyadaki Wu Xingxue ise, buna korkusuzca karşı çıkıyor, aynı anda doğrudan Göksel Yasa’nın merkezine, Lingtai’ye saldırıyordu.
Hua Xin, onu durdurmak için hamle yapmak üzere ileri atıldı ve telaşla bağırdı: “Sen Lingwang olamazsın!”
Wu Xingxue o sırada başını soğuk bir şekilde kaldırdı: “Bana ne dedin?”
Göksel Yasa, eğer birini silmek istiyorsa, hiç kimsenin onu hatırlamaması gerekiyordu. Ancak bazı nedenlerle tamamen silinememişse durum değişirdi.
Karşısındaki kişi olağanüstü zekiydi, neredeyse anında meseleyi kavradı: “İlahi ağaç.”
Hua Xin’in tepkisi, her şeyi doğruluyordu.
Sonra Wu Xingxue’in sesi soğuk bir şekilde yankılandı: “Diğer Lingwang’ın bıraktığı izleri gördüğümden beri merak içindeydim. ‘Neden böyle oldu? Hangi ölümsüz bu işe karıştı da, karmik dünyada bir Xiandu ve Lingwang ortaya çıktı?’ diye düşünüp durdum. Meğer senmişsin.”
Ve devam etti: “Bu meselelere saplanıp kalan, hem başkalarına hem kendine felaket getiren pek çok kişi gördüm. Ama senin de onlardan biri olacağını hiç düşünmemiştim.”
Hua Xin, bu sözlere karşı hiçbir açıklama yapmadı. Sadece güçlü bir hamleyle karşılık verdi.
İki hamlenin çarpışmasıyla birlikte, göğe ve yere ulaşan bir buz bıçağı fırtınası koptu. Lingtai’nin On İki Zirvesi boyunca ilerleyerek yukarı doğru fırladı. Sarkık kayalıklar dev yarıklarla bölündü, taş parçaları havaya savruldu.
Hua Xin, Wu Xingxue’in ne yapmak istediğini anlamıştı.
İkisi de Göksel Yasa’nın niyetini biliyordu.
Hua Xin, Lingwang’ı durdurmak istiyordu. Ama Wu Xingxue, doğrudan Lingtai’yi ve Göksel Yasa’yı yok etmek istiyordu.
Ama bu nasıl mümkün olabilirdi?
Hua Xin, saldırıların çarpışmasıyla sarsılsa da
yüzü ifadesiz ve kararlıydı. Boğuk bir sesle durdurmaya çalıştı: “Bugün kesinlikle yenileceksin.”
“Neden?” diye sordu Wu Xingxue.
“Çünkü o… Göksel Yasa.”
Hua Xin Göksel Yasayı çok iyi biliyordu.
Lingtai’nin bir ölümsüzü olarak yüzlerce yıl boyunca göksel emirler almış, çok şey görmüştü.
Göksel Yasa şekilsizdi, ama insanları hep istediği yöne çekmeyi başarırdı.
Her zaman sizden bir adım öne geçer, sizi yalnız bırakırdı. Sonunda yalnızca “Kader böyleymiş,” demek kalırdı.
Bunu birebir yaşamıştı. Bu yüzden asla karşı çıkmamıştı. Yalnızca Göksel Yasa’nın verdiği boşlukları kullanarak istediğini yapmıştı.
Her şey boşa gitse bile Göksel Yasa’yı yok etmeye çalışmazdı.
Çünkü bunun imkânsız olduğunu bilirdi.
Lingtai’nin zirvesinde, güçlü rüzgârların arasında Wu Xingxue’ye karşı durdu ve şöyle dedi: “Göksel Yasa’yı hiç kimse durduramaz.”
“En kötü hâlindeyken karşına en güçlü düşmanı çıkarır, tam da yardım isteyemeyeceğin anı seçer.”
“Sana yardım edecek olanları da durdurur.”
O anda Hua Xin kendisinin mi konuştuğunu, yoksa içten içe bu sözlerin kendine mi söylendiğini anlayamıyordu.
Bir an duraksadı, sonra Wu Xingxue’ye, “Lingwang bunu hâlâ fark etmedi mi? Eğer öyle olmasaydı, uçsuz bucaksız Xiandu’da seninle birlikte Göksel Yasa’ya karşı durabilecek tek kişi neden şu an burada değil?”
Wu Xingxue bir anda başını kaldırdı.
Hua Xin devam etti: “Lingwang bir ölümsüzden iblise dönüştü, onca acı yaşadı… Benden daha iyi anlamış olmalıydın.”
“Göksel Yasa işte böyledir.”
“Bir kere engelleyebildiyse, bir daha engeller.”
Sözleri biterken, her şey sanki gerçekten planlandığı gibi gerçekleşti.
O an Lingwang’ın ölümcül hamlesi geldi. Ölümsüzler aynı anda hedef değiştirdi, tüm büyülü silahlar Wu Xingxue’ye çevrildi.
Hua Xin’in kılıcı da alevle parladı.
Ve sonra…
Tam her şey sona erecekmiş gibi olduğu anda…
Altın bir ışık gökten inerek Xiandu’nun otuz bin beyaz merdivenini, on iki zirvesini, tüm fırtınayı yararak Wu Xingxue’nin önüne düştü.
Bir buz kılıcı yere çapraz şekilde saplandı. Kılıçtan fırlayan sayısız kılıç gölgesi Wu Xingxue’yi sardı.
Tüm saldırılar o anda kılıç gölgelerine çarptı. Kılıç ışığı tüm Xiandu’yu aydınlattı.
O parlaklıkta hiçbir şey görünmezken, rüzgârı yaran Tianxiu’nun sesi duyuldu: “Kim geri dönmeyeceğimi söylemiş?”
O anda, Hua Xin’in yüzyıllardır süregelen inancı sarsıldı. Neredeyse Göksel Yasa’nın da yanılabileceğine, durdurulabileceğine inanacaktı.
Ama bu sadece bir anlığına sürdü.
Çünkü Xiandu’daki o savaşın sonucu, beklenmedik gelişmeler olsa da, tam da Göksel Yasa’nın istediği gibiydi.
Bu, Xiandu tarihindeki en trajik sahneydi.
Xiandu dağılmıştı. Ölümsüzler bir anda yok olmuştu.
Hua Xin’in son gördüğü sahne, Tianxiu’nun altın renkli kutsal lotusunun yıkılan Xiandu’nun üzerinde patladığı andı. Ama o lotusun içinde kim sağ kaldı, kim öldü, bilemiyordu.
Aylar sonra, Feng Xueli’nin bedeninde tekrar uyandığında şunu öğrendi: Gerçek dünya hâlâ vardı. Ama Xiandu artık yoktu.
Tianxiu ölmüştü, Wu Xingxue ise Canglang’ın Kuzey bölgesinde mühürlenmişti.
Sayısız söylenti dolaşıyordu.
Ama Hua Xin bu söylentilere aldırmadı. Çünkü ruhunun bir kısmı hâlâ karmik dünyadaydı. Her iki tarafı da görebiliyordu.
Bu yüzden, Lingtai Göksel Yasası’nın artık karmik dünyaya geçtiğini biliyordu.
Böyle devam ederse, bir gün gerçek dünya tamamen yok olacaktı.
Ama bu gerçekleşemezdi.
Çünkü karmik dünyalar yalnızca birer gölgeydi. O ve kurtarmak istediği kişi hâlâ gerçek dünyadaydı. Gerçek dünya yok olursa, yaptığı her şey de yok olurdu.
Bu yüzden Göksel Yasa’nın yeniden gerçek dünyayı merkez kabul etmesini sağlamalıydı.
Böylece Hua Xin, eskiden sormaya fırsat bulamadığı soruyu yeniden düşündü: Göksel Yasa neden gerçek dünyayı istemiyordu?
O zaman yalnızca bir sebep bulabilmişti. Gerçek dünyadaki İlahi ağaç, Wu Xingxue iblise döndüğünden beri kayıptı. Ama karmaşık çizgideki İlahi ağaç hâlâ kullanılabiliyordu.
Göksel Yasa’nın durdurulamaz olduğunu düşünse de, fikrini değiştirmesi mümkündü.
Eğer vazgeçme sebebi İlahi ağaçsa, o zaman onu yeniden canlandırılmalı, kullanılabilir hâle getirilmeliydi.
Böylece Hua Xin, Feng Xueli’nin bedenini kullanarak, yirmi beş yıl boyunca tek bir şey yaptı: İlahi ağacı yeniden bu dünyaya getirmeye çalıştı.
Ve farkında olmadan çok derine battı.
***
Ta ki şimdiye dek, Dabei Vadisi’nde kalan son ruhsal bilinci, Tianxiu’nun kılıç gölgesiyle yok olurken, Wu Xingxue ve Xiao Fuxuan’a bakarak kendine bir şeyi itiraf etti: Belki de en başından beri bir şeyi yanlış anlamıştı.
Göksel Yasa’nın gerçek dünyayı terk etmesinin sebebi sadece İlahi ağaç değildi.
Gerçek dünyada, kontrol edemediği insanlar vardı.
Belki de hep yanlış anlamıştı.
Göksel Yasa’ya karşı direnen Wu Xingxue ve Xiao Fuxuan değildi. Asıl direnen Göksel Yasa’ydı. Direndiği şey ise kontrol edemediği kişilerdi.
Yaptıkları aslında güçten değil, gizli korkusundandı.
Yorum