Çevirmen: Mave
Bölüm 26
Bu, uçucu bir anıydı fakat Yuder son derece garip hissetti.
Katman katman kumaşla sıkıca sarılmış olmasına rağmen, içindeki şeyin muazzam bir güce sahip olduğunu açıkça hissedebiliyordu. Sadece aynı odada bulunmak bile, havayı adeta suya çevirmiş gibi yoğun bir atmosfer yaratıyordu. Soğuk bir aura tüm odaya sızıyordu.
Bunu hisseden sadece Yuder değildi. O sırada orada bulunan tüm süvari üyeleri, açıklanamaz tuhaf bir enerji deneyimlediklerini kabul etmişlerdi.
Ertesi gün, Kishiar elinde şeffaf sihirli taştan oyulmuş bir kutuyla ortaya çıktı. Kutunun içinde, kırmızı ipekten bir yastığın üstünde Kızıl Taş duruyordu. Görünüşe göre, onu imparatora sunmak üzere bu şekilde paketlemişti.
Kishiar arabasına binmeden hemen önce, Yuder odasının penceresinden kutunun içindeki Kızıl Taş’ı görmüştü. Taş aslında kırmızı değildi ve beklediğinden daha küçüktü.
Eğer önceden bunun Kızıl Taş olduğunu bilmeseydi, sadece görüntüsünden bunu anlayamazdı. Sahip olduğu tuhaf enerjiye rağmen, şaşırtıcı derecede sıradan bir taştı.
Bundan sonra taş, Süvari Birliği’ne geri dönmedi; doğrudan İnci Kulesi’ne götürüldü. Böylece Yuder, önceki hayatında sağlam haldeki Kızıl Taş’ı son kez görmüş oldu.
“Yaklaşmaya çalıştınız mı?”
Kishiar’ın sorusu üzerine General Gino kısa bir yanıt verdi: “Evet.”
“Sıradan askerler ona yaklaşmaya cesaret edemedi. Ancak aura biriktirmeye başlamış kadar yetenekli olanlar yaklaşabildi ve ben de ona doğrudan önünden bakabildim.”
“Ve izleniminiz neydi?”
“Çok garip bir nesneydi. Tam olarak değerlendirmek zor ama bu dünyaya ait olmayabilir. Güneş Tanrısı’nın rahipleri, bunun kutsal enerjiden farklı bir his verdiğini söylediler ve İnci Kulesi’ndeki büyücüler yaklaşmakta zorlandılar. Bu yüzden hâlâ kimse onu doğrudan inceleyemedi.”
“Anlıyorum.”
“Açıkçası, Yüce Prens’in ona doğrudan dokunmasından endişe ediyorum. Tehlikeli olabilir.”
İfadesini değiştirmeden, General Gino endişelerini yeni gelmiş olan Kishiar’a aktardı.
“Taşa zorla yaklaşmaya çalışan bazı askerler kan kustu. Bu gizemli nesne, bilinmeyen bir enerji barındırıyor. Tüm kıtayı değiştirebilecek bir güce sahip. Böyle bir şeyin asil bedeninize zarar vermesi korkunç olmaz mıydı?”
“Majesteleri, zarar görmeden onu getirebilecek en uygun kişinin ben olduğuma inanıyor. General, Majesteleri’nin güvendiği bir konuda mı endişeleniyor?”
“Ben…”
İmparatora olan inancını yitirmeye başlamış gibi görünen General Gino konuşmaya hazırlanırken, Kishiar elini uzatarak onu susturdu.
“Çocukluğumdan beri beni izleyen gözlerine güven. Bu dünyada, o taşa etkilenmeden dokunabilecek tek kişi benim.”
“…”
General Gino, orta yaşlara yeni girmiş gibi görünse de, aslında bir büyükbaba olacak yaştaydı. Bu yüzden Kishiar’ı gençliğinden beri izlemiş olması son derece mümkündü.
Kishiar’ın sözlerini duyan General Gino gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.
“Majesteleri’nden şüphe edip, yolunu kesmeye cüret eder miyim?”
“Ha ha. Ama yine de, araya girmek için bir yol buluyorsun.”
“Boşuna olduğunu bilsem de, endişeye kapılan yaşlı bir hizmetkârın telaşıdır bu.”
“Endişelenme. Ben öyle basit bir taşla yıkılacak kadar narin değilim.”
Bu sözlerle birlikte, Kishiar yerinden kalktı. Gözler ona çevrilmişti, odaya kısa bir bakış attıktan sonra gülümsedi ve konuştu.
“Şimdi, yola çıkmadan önce hepimiz bir gizlilik anlaşması
imzalayacağız.”
Süvari üyeleri afallamış halde bakarken, Yuder içinden, ‘Demek bu noktaya geldik,’ diye düşündü.
Bu görev özelinde değil; Süvari Birliği’nin ileride üstleneceği çoğu görev, mutlak gizlilik gerektiriyordu. Bu yüzden Yuder geçmiş hayatında da görevlere çıkmadan önce bu tür anlaşmaları sayısız kez imzalamıştı.
“Bu, önemli görevlere çıkmadan önce birçok şövalye ve büyücünün kullandığı sihirli bir sözleşmedir. Taahhüdünüzü yazarsınız, taraflar imzalar ve kağıdın içindeki sihir, kalplerinizi birbirine bağlar.”
Kishiar, yüzeyde tamamen sıradan gibi görünen bir kağıdı kaldırarak açıklamada bulundu.
“Bu anlaşmanın içeriği basit. Bu görev süresince, gördüğünüz, duyduğunuz ya da tecrübe ettiğiniz hiçbir şeyi, görevde yer almayan herhangi bir kişiye, izin alınmadan açıklamanız yasaktır. Eğer anlaşmayı bozarsanız, sözleşmeye yerleştirilmiş sihir kalbinizi sıkıştırır ve nefes alamaz hale gelirsiniz. Buradaki hiçbirinizin böyle bir sırrı ifşa edeceğini düşünmüyorum ama eğer bir tereddüdü olan varsa, şimdi geri çekilebilir. Hiçbir şey söylemeden sizi uğurlarım.”
‘Nefes alamamak’ ifadesi, doğrudan ölüm anlamına geliyordu. Herkes donup kalmışken, Yuder hiçbir tereddüt göstermeden Kishiar’ın çıkardığı sözleşmenin yanına ilk yürüyen kişi oldu.
“İlk ben imzalayayım.”
“Buyur.”
Yakından bakıldığında, sözleşme doğrudan İnci Kulesi tarafından hazırlanmıştı. Yani, kıtadaki en güvenilir ve güçlü sözleşmelerden biriydi.
İmza için özel bir hazırlık gerekmezdi. İçeriği okuduktan sonra, sadece bir parmağını kağıda dokundurmak yeterliydi. Kağıttan yükselen sihir vücudu sarıyor ve işlem bir anda tamamlanıyordu.
Yuder imzayı rahatça atıp geri çekildikten sonra, ciddi yüzlü Gakane yutkunup kararlı bir ifade takınarak öne çıktı.
“Sıradaki ben olayım.”
Sürecin aslında endişe verici bir şey olmadığını görmek herkesin rahatlamasını sağladı ve teker teker imzaladılar. Sonunda, ifadesini hiç değiştirmeyen General Gino bile imzayı attı. Ardından, Kishiar sözleşmeyi rulo yapıp cebine yerleştirdi.
“Artık gidip dinlenebilirsiniz. Yarın sabah erkenden yola çıkıyoruz.”
“Konaklayacağınız yeri göstereceğim.”
“İyi olur. Bu sırada General’den burada olup bitenleri daha detaylı dinlemek isterim. Ne zaman tekrar görüşürüz, kim bilir?”
Kishiar’ın bu sözleri üzerine, yüzü genelde sert olan General Gino’nun yüzünde nihayet bir tebessüm belirdi.
“Gelişinizi bekliyordum ve sizin için güzel bir yerel şarap hazırladım. Yanıma alacağım.”
General Gino’nun eşliğinde Kishiar kalacağı yere yöneldi. General’in emriyle Peletta Şövalyeleri ve Süvari Birliği üyeleri, yeni gelen genç bir askerin peşine takılıp, karargâha yakın küçük bir dağ köyüne doğru yola çıktılar.
“Beni takip edin.”
‘…Bu çocuk bana tanıdık geliyor.’
Yuder, grubun önünde yürüyen genç askerin arkasına bakarken düşüncelere daldı. Her ne kadar Süvari üyesi olmasa da, bu kişiyi geçmişte bir yerlerde görmüş gibi hissediyordu. Belki de geçmişte tanıdığı kişilerden birinin arasındaydı?
Adını duysa belki hatırlayabilirdi, ama hatırladığı zamanın üzerinden on bir yıl geçmişti. Yanılıyor da olabilirdi.
‘Şimdilik gözlemlemeye devam etmeliyim. Belki izlersem hatırlarım.’
Yaklaşık on dakika uzaklıktaki köy, dağların arasında olmasına rağmen oldukça hareketliydi. Diğerleri bu manzara karşısında şaşkına dönmüştü, fakat Yuder bu durumun nedenine dair bir tahminde bulundu.
‘Muhtemelen burası, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen sıradan bir köydü.’
Airic sıradağları, ‘kıtanın omurgası’ lakabını sonuna kadar hak eden genişlikteydi. Bu köy, Yuder’in aslen yaşadığı bölgeden oldukça uzaktaydı.
Ama yaşam tarzı her yerde benzerdi. Dağ köyleri genelde tenha
olurdu ve yerel lordların etkisi pek hissedilmezdi.
Ancak iki yıl önce Kızıl Taş yakına düştüğünde, askerler bölgeye akın edince durum değişmiş olmalıydı.
Bir ordu bedavaya hareket etmezdi. İki yıl boyunca savaşmadan ya da herhangi bir faaliyette bulunmadan aynı yerde kalan çok sayıda asker vardı.
Bu askerlerin yeme, içme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayarak, bu küçük köy hızla para akışının döndüğü hareketli bir yere dönüşmüş olmalıydı.
‘Tabii, bu ihtişam Kishiar Kızıl Taş’ı aldıktan sonra son bulur.’
Kızıl Taş alındıktan sonra ordunun kalması için bir sebep kalmazdı. Bu yüzden köyün canlılığı Yuder’in gözünde çok da neşeli görünmüyordu.
“Burada neden bu kadar çok insan var?”
“Çoğu dinlenmekte olan askerler. Dağlara yayılmış zorlu gözetleme görevlerini aralıksız sürdürmek yerine, burada rahatlayıp içki içip sosyalleşiyorlar. Bu, General Gino’nun bir düşüncesi.”
Kanna’nın sorusu üzerine, rehberlik eden asker, Yuder’in tahminiyle örtüşen bir yanıt verdi.
“Hey, Sunz! Bu yabancıları nereye götürüyorsun?”
O sırada, dışarıdaki bir masada yüksek sesle içki içen bir grup adam, genç askere el sallayıp seslendi.
Genç asker, o ana kadar sergilediği ciddi asker tavrını bir anlığına bırakarak, adamlara genç bir gülümsemeyle döndü.
“Görevdeyim. General’i görmek için gelen bu misafirleri konaklayacakları yere götürmem gerek.”
“Peki. Bitince bize katıl. Sensiz kart oyunu pek eğlenceli olmuyor, Sunz.”
“Sonra oynarız.”
Sivil kıyafetler giymiş, izinli askerler kahkahalara boğulmuştu, muhtemelen sarhoşlardı. Genç asker biraz mahcup olmuş gibi, Yuder ve grubundan özür dileyerek yollarına devam etti.
Yorum