Çevirmen: Khentimentiu
“…”
“…”
Zhan Bei Tian da Mu Yi Fan da ne söyleyeceğini bilememişti.
Zheng Guo Zong bir anda kahkahayla bağırdı.
“Büyük oğulun mu?”
Etraftakiler afalladı, herkesin gözleri kocaman açılmış halde birbirine bakıyorlardı.
“Bizim patronun başka oğlu mu vardı?”
“İki tane mi yani?”
“Allah Allah, bu çocuk ne zaman doğdu ya?”
“Patron evlendi de bizim mi haberimiz yok?”
“Madem çocuğu var, eşi nerede? Hiç görmedik gelip yemek yediğini falan!”
Herkes burnundan soluyordu.
“…”
“…”
Zheng Guo Zong bu lafları duyunca iyice sırıtıp kıkırdamaya başladı.
Zhan Bei Tian gözlerini kısarak Sun Zi Hao’ya baktı ve sesini alçaltarak konuştu.
“Çocuk hâlâ dünkü çocuk.”
Sun Zi Hao ile Mao Yu ağızları açık kalmış halde önlerindeki çocuğa baktılar.
Daha dün minicik bir bebek olan bu velet, bugün nasıl iki-üç yaşında kocaman çocuk olmuştu?
Sun Zi Hao’nun içi içini yese de, herkesin önünde çıkıp da “Bu ne saçmalık?” diyemedi tabii. Merakını içine gömdü ve sözlerini yuttu.
Zhan Bei Tian gözlerini diğerlerine çevirdi.
“Yiyin.”
Patronun eş mevzusuna girmeye hiç niyeti olmadığını görünce, herkes boş boş bakmayı bırakıp konuyu dağıttı.
“Patron, çocuğun adı ne?”
Zhan Bei Tian kaşlarını çattı, belli ki hâlâ çocuk için bir isim koymamıştı.
Mu Yi Fan’ın kucağındaki çocuğa baktı, tam bir şey söyleyecekken küçük bebek kendi adını açıkladı.
“Benim adım Qing Tian.”
“Qing Tian mı? Oo çok güzelmiş, çok asilmiş ismin.”
“Tam ortalı bir isim yalnız, tek kelimelikmiş.”
[Çevirmen notu: soyadını zhan olarak varsayıp böyle bir yorum yapıyor.]
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın karşısında hafifçe dudak büktü.
Tamam, Qing Tian boncuğu Zhan Bei Tian’a ait olabilir, ama bu çocuk kendi karnından çıkmıştı! Şimdi soyadı Zhan olunca sanki olayla hiç alakası yokmuş gibi hissetti.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın suratındaki memnuniyetsiz bakışları fark edince afalladı.
Tam o sırada küçük bebek başını kaldırıp Mu Yi Fan’a tatlı tatlı baktı ve konuşmaya başladı.
“Amca, benim soyadım Zhan değil.”
Herkesin gözleri yuvalarından çıktı.
“Zhan değil mi? Ee ne?”
“Benim soyadım Mu. Adım Mu Qing Tian.”
Bunu der demez başını çevirdi, Mu Yi Fan’a baktı ve gülümseyerek konuştu.
“Babacığım, çorba istiyorum.”
Herkesin kafası yine allak bullak oldu.
“Patronun oğlu ama Zhan değil, Mu soyadlı?”
“Ee çocuğun babası Mu Yi Fan mı oluyor şimdi?”
“Ama çocuk resmen patronun klonu gibi… Nasıl oluyor bu iş?”
Mu Yi Fan hafifçe iç geçirdi ve mırıldandı.
“Soyadın böyle daha güzel aslında…”
En azından artık millet, çocukla kendi arasındaki bağlantıyı fark ederdi, belki çocuğun Zhan Bei Tian’la bağlantısını da bir güzel sorgulardı.
Zheng Guo Zong kahkahayı patlatıp çocuğa çorba koymak için kâseye uzandı.
Diğerleri, cevap alamamanın verdiği sinirle midelerini tıka basa doldurup, hemen yemeği bitirdi.
Sonra da Mao Yu ile Lu Lin’i sıkıştırıp bilgi almak için kaçırdılar.
Elektrik olmadığından, Mu Yi Fan yemek sonrası çocuğunu da alıp odaya geçti.
Çocuk daha yeni doğduğu için çok çabuk yoruluyordu, bundan dolayı yatağa girer girmez uyudu.
Mu Yi Fan, yatağın üstünde usulca uyuyan o minik suratına baktı ve istemsizce gülümsedi.
İçinden hâlâ “Bu çocuk cidden benim karnımdan mı çıktı?” diye geçiriyordu.
“Babacığım” deyince yüreği hem mutlulukla dolmuştu hem de acayip tuhaf olmuştu.
Çocuğa nasıl davranacağını bilemiyordu.
Yani, bu çocuk normal bebek gibi değildi ki… Akıllı mı akıllı. Dışarı çıkıp akranlarıyla oynamaya kalksa, kesin çocuklara salak muamelesi yapardı.
Ama yetişkin gibi muamele edince de tuhaf kaçıyordu. Hem milletin dikkatini çeker, “bu çocukta bir gariplik var” diye düşünürlerdi.
O sırada kapının açılma sesi duyuldu.
Mu Yi Fan hemen kendini yatağa attı ve uyuyor numarası yapmaya başladı.
Aslında önce Zheng Guo Zong’la aynı odada kalmayı planlamıştı ama adam onu dışarı atarken tek bir şey söylemişti.
“Aileler bir arada kalmalı.”
Sonra da kapıyı suratına kapatmıştı.
Zhan Bei Tian içeri el feneriyle girdi.
Yatakta yan yana yatan iki kişiye bir süre baktı, sonra pijamalarını giyip diğer yana oturdu.
Çocuğu usulca beşiğine yatırdı, sonra da Mu Yi Fan’a yaklaştı.
Mu Yi Fan’ın pijamasını kaldırdı ve daha dün ameliyatla açılan karın bölgesini kontrol etmeye başladı.
Mu Yi Fan gözlerini kapalı tutuyordu ama içi içini yiyordu. Ne yapacak bu adam şimdi?
Zhan Bei Tian karın bölgesine hafifçe dokundu.
Mu Yi Fan soğukluğu hissedince iyice gerildi.
Sonra pijamayı geri kapattı ve ses çıkarmadan yattı.
Odanın içi öyle sessizdi ki Mu Yi Fan sonunda gerçekten uyuyakaldı.
Zhan Bei Tian yatağa tam uzandığı sırada, göz ucuyla bir beyazlık gördü. Bir anda o beyaz gölge yüzüne doğru geldi!
Minik bir ayak ağzına basıyordu! Zhan Bei Tian hemen o minik ayağı tuttu ve nazikçe geri itti.
“Babanla yatmayı bu kadar mı sevdin?” diye alçak sesle sordu.
Yatakta, aralarına girmiş olan “Mu Yi Fan’ın küçüğü” keyifle kıkırdıyordu.
Ayağını çekip aralarına uzandı ve eliyle yastığa pat pat yaptı, Zhan Bei Tian’a yatmasını işaret etti.
Zhan Bei Tian anlamasa da söyleneni yaptı ve yattı.
“U-yu-yo-ruz.” Dedi Qing Tian ciddi bir ifadeyle.
Arkasını döndü ve küçük poposunu Zhan Bei Tian’a doğru uzattı.
“…”
Zhan Bei Tian içten içe Qing Tian’ın neden Mu Yi Fan’ı seçtiğini merak ediyor ve açıklamasını istiyordu.
Ama yok… Minik bebek başka bir şey demedi.
Zhan Bei Tian tam ışığı kapatacaktı ki, Qing Tian mırıldandı.
“O, sandığın kişi değil…”
“Ne?”
Sonrasında cevap gelmedi. Minik bebek çoktan uyumuştu.
**
Sabah Mu Yi Fan uyandığında, Zhan Bei Tian da çocuk da ortada yoktu.
Aklına hemen gece Zhan Bei Tian’ın yaptığı şey geldi. Pijamasını açtı, dikiş yerindeki bandajı dikkatlice çıkardı.
Gözlerine inanamadı. Daha dün açılan kesik kapanmıştı.
“Demek yine özel kaynak suyunu kullanmış…”
İçinde tuhaf bir karmaşa belirdi.
Daha düne kadar kendisini öldürmeye çalışan adam, şimdi neden böyle şefkatli davranıyordu?
Mu Yi Fan yatakta biraz düşündü, sonra kalkıp dişini fırçaladı ve odadan çıktı.
Salonda yalnızca Zheng Guo Zong vardı ve eski bir dergiye göz gezdiriyordu.
Mu Yi Fan’ı görünce kafasını kaldırdı
“Çocuk, Mao Yu’yla dışarı çıktı.”
“Hmm.”
Tam o sırada dışarıdan bir gürültü geldi.
“Ne oluyor orada?”
Zheng Guo Zong dergiyi kapattı.
“Herkes toparlanıyor. G Şehri’nden ayrılacağız.”
Mu Yi Fan onu da yanına alıp dışarı çıktı. Büyük kamyonların içini döşeyip yataklı hale getirmeye çalışanlarla karşılaştılar.
Zheng Guo Zong iç geçirdi.
“Ben aslında hiç gitmek istemiyorum. Yıllardır bu şehirde yaşıyordum. Şimdi bir çuval gibi oradan oraya taşınacağız. Bir yuvamız olmayacak. Dilenci gibi hissediyorum kendimi.”
Mu Yi Fan onu teselli etti.
“Merak etme, yerleşecek düzgün bir yer bulunca artık dolanmayız.”
“İnşallah,” dedi Zheng Guo Zong.
İkisi de kenardan izledi, kimseyi engellememek için yardım etmeye kalkmadılar.
Tam o sırada Rong Yan, Rong Xue ve Rong Anne kıkırdayarak günlük eşyaları taşırken göründüler.
Mu Yi Fan’ın aklına hemen o an geldi.
Pirinç deposunda Rong Xue’nin kendisini nasıl ittiği…
Eğer zombi olmasaydı, o an oracıkta Allah’ına kavuşacaktı.
İçine soğuk bir his çöktü.
Rong Xue göz ucuyla Mu Yi Fan’ı görünce bir anda irkildi. Hemen annesinin arkasına saklandı.
“Ne oldu?” diye sordu annesi.
“Anne… O… Mu bey işte,” dedi Rong Xue usulca.
Rong Anne kafasını kaldırdı ve Doktor Zheng’in yanındaki yakışıklı adama bakarak, iki kızıyla birlikte onlara doğru ilerledi.
Yorum