Çevirmen: Khentimentiu
Kapıyı çalan, Zheng Guo Zong’a yemek getiren askerdi. Getirilen yemekler etli bir yemek ve bir çorbaydı. Kıyamet sonrası dönem için epey iyi bir menüydü bu.
Mu Yi Fan, Zheng Guo Zong’u rahatsız etmeyip, yatağa tutunarak zorlanarak doğruldu. Ardından elini beline koyup karnını tutarak kapıya doğru yürüdü. Tam o sırada sırtından bir çatırtı sesi geldi.
Zheng Guo Zong, onun halini görünce bir hamile kadını andırdığını fark edip kahkahayı patlattı.
Mu Yi Fan başını çevirip dik dik baktı.
“Ne gülüyorsun şarlatan doktor?”
Zheng Guo Zong güldüğünü saklamaya çalışarak elini salladı.
“Yok yok, bir şey yok. Yemeğimi yiyorum ben.”
Mu Yi Fan şüpheli bir bakış attıktan sonra dışarı çıktı. Kendi kaldığı odaya doğru yürüdü. Tam kapıyı açacağı sırada arkasından gelen asker onu durdurdu.
“Efendim, bu odaya General dışında kimse giremez.”
Mu Yi Fan afalladı.
“Ha?”
Tam o esnada merdivenlerden derin bir ses yükseldi.
“Bırak girsin.”
Asker dönüp baktığında Zhan Bei Tian’ı gördü ve hemen selam verdi.
“General!”
Zhan Bei Tian sakin bir ifadeyle askere emir verdi.
“Aşağı in, senlik bir şey yok.”
Mu Yi Fan kapıyı itip içeri girdi. Neredeyse yarım ay sonra odasını tekrar görmek tuhaf hissettirdi. “Ulan,” diye geçirdi içinden, “dünyayı dolanıp dolaşıp yine buraya geldik.”
Zhan Bei Tian hâlâ kapıdayken hızla kapıyı kapatmak istedi, ama Zhan Bei Tian eliyle durdurdu. Mu Yi Fan, parmağını kıstıracak diye korkup eliyle karnını tutarak yavaşça yatağa yürüdü.
“Allah kahretsin, karnım iyice ağırlaştı ya…” diye homurdandı.
Zhan Bei Tian içeri girdiğinde, Mu Yi Fan’ın yatağa ulaşmak için zorlandığını gördü. Mu Yi Fan ayakkabılarını çıkarıp kendini yatağa attı.
Rahat bir pozisyon bulduktan sonra Zhan Bei Tian’a baktı.
“Bence bu senin boncuğun yüzünden karnım bu kadar şişti. O yüzden ameliyata da karşı çıkmam, hazır bisturi falan varsa halledelim şu işi, yoksa böyle giderse yürüyemeyeceğim.”
Zhan Bei Tian göz ucuyla Mu Yi Fan’ın yattığı yerden daha da kocaman görünen karnına baktı. Boncuğu almanın vakti gelmişti sanki. Yatağın kenarına oturup, sessizce sordu.
“Her şeyi anlatmak ister misin? Qing Ming Festivali günü… orada neden…”
Cümlesi yarıda kaldı. Çünkü karşısındaki çoktan gözlerini kapatmış, horul horul uyumaya başlamıştı.
“…”
Bu kadar hızlı uyunur mu ya?
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın yüzüne dikkatle baktı. Bu yüz, eskiden nefret ettiği o surat değildi. Daha yakışıklıydı… daha yumuşak hatlıydı. Cildi de daha beyaz ve sağlıklıydı. Belli ki uzaydan gelen o sihirli suyun etkisiydi bu.
Burnu da güzeldi, dudakları ince ama hoştu. Üstelik o eski zombi havasından da eser yoktu. Şu an bildiğin insan gibiydi. Ama içinde bir hüzün, bir keder havası da yok değildi.
Zhan Bei Tian, parmaklarını farkında olmadan Mu Yi Fan’ın beyaz yanağından aşağı doğru kaydırdı. Sonra boğazına geldiğinde bir anda gözleri sertleşti ve boğazını kavradı.
“Uyuyormuş numarası yapmayı bırak. Boynunu keserim.”
Mu Yi Fan gülümseyerek gözlerini açtı.
“Ben zombiyim, boynumu kesmen işe yaramaz, kafama sıkman lazım.”
Aslında uyumamıştı ama ne diyeceğini bilemediği için numara yapmıştı.
Zhan Bei Tian’ın gözleri buz kesti.
“Mu Yi Fan, ağzından bir daha ‘zombi’ lafını duymak istemiyorum.”
Mu Yi Fan suratını ekşitti.
“İyi de sen bu kelimeyi yasaklarsan, ben bir gün onlarla karşılaşırsam millete ne diyeceğim? ‘Arkadaşlarım geliyor kaçın’ mı diyeyim?”
Zhan Bei Tian dudaklarını yalayıp söylenir gibi yaptı.
“Öyle durumlarda o kelimeyi söyleyebilirsin.”
Ne var ki, bunu niye tartıştığını kendisi de anlamamıştı.
“Yarın sabah görev var. Sen de ekiple geliyorsun.”
Mu Yi Fan suratına acıklı bir ifade yerleştirip karnını gösterdi.
“Ciddi misin? Baksana şuna, bildiğin sekiz aylık hamile gibiyim. Sen beni niye taşıyorsun ki yanında, yükten başka bir şey olmam sana.”
Zhan Bei Tian soğukkanlı bir şekilde cevapladı.
“Korkacak ne var? Yük olursan seni orada bırakır gideriz, zaten seni ısırmazlar ki.”
Mu Yi Fan hemen itiraz etti.
“Kim dedi ısırmazlar diye?!”
Zhan Bei Tian merakla sordu.
“Ne var yani, neden korkuyorsun?”
Mu Yi Fan içini çekti.
“Tamam belki onlar da bir zamanlar insandı ama… Abi o halleri çok korkunç. Özellikle köşeden, kapı arkasından falan çıkıyorlar ya, ödüm kopuyor. Hele o tipleri…”
Zhan Bei Tian susup kalmıştı.
Hayatında ilk defa, düşük seviye zombilerden korkan orta seviye bir zombi görüyordu. Hem de ciddi ciddi tırsıyordu.
Onun daha fazla konuşmasına dayanamadı, “Görev yarın sabah başlıyor,” deyip odadan çıktı. İşlerini hallettikten sonra da akşam 9 gibi yattı.
***
Ertesi sabah Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ı kahvaltıya çağırdı. Masaya birlikte geldiklerinde, Mao Yu ve Lu Lin onları Mu Yi Fan’ın eski odasından birlikte gelirken gördü.
Sun Zi Hao fısıldadı.
“Hani kimseyi sokmazdı o odaya, nasıl oluyor bu şimdi?”
Xiang Guo homurdandı.
“Ben hâlâ anlamıyorum bu adamı niye getirdi. Ya hepimize bir şey yaparsa?”
Lu Lin kaşlarını çattı.
“Kes sesini, masada konuştuğunuz şeylere dikkat edin, yerin kulağı vardır.”
O sırada herkesin gözü Zheng Guo Zong’a kaydı. O da Mu Yi Fan’ın koca göbeğine bakıp kıkırdıyordu.
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’la aralarına birkaç kişi girerek Zheng Guo Zong’un yanına oturdu. Diğerleri dedikodu yapamasa da gözleriyle Mu Yi Fan’ı delik deşik ettiler.
Zhan Bei Tian ana koltuğa oturdu, bir çörek alıp ısırdı. Diğerleri de onu görünce yemeğe başladı. Ama sanki anlaşmışlar gibi, Mu Yi Fan’ın önüne hiçbir şey koymadılar.
Mu Yi Fan bu yapılanın farkındaydı ama umursamadı. Zaten yemesi gerekmiyordu. O da can sıkıntısıyla çubuklarıyla oynadı.
Tam herkes yemeye odaklanmışken dışarıdan gürültü koptu. Zhan Bei Tian kaşlarını çattı.
Mao Yu hemen ayağa kalktı.
“Ben bakarım.”
Mu Yi Fan da sıkılmıştı.
“Ben de geleyim.”
Dışarı çıktıklarında bir kadının sesi duyuldu.
“Ben Rong Xue! Zhan bey’le görüşmek istiyorum! Sadece deyin ki, Rong Hanım geldi, kesin çıkar!”
Nöbetçiler kıpırdamadı bile.
Rong Xue sinirlendi.
“Ben tuğgeneralin arkadaşıyım! Beni almazsanız cezalandırılırsınız!”
Mao Yu duyunca burnundan soludu ve kapıya gitti.
“Ne oluyor burada?”
“Kaptan Mao, bu kadın geldi, tavuk suyu çorbası istedi. Biz ilgilenmedik, sonra da generalle görüşeceğim diye tutturdu.”
“Tavuk suyu çorbası mı?!” Mao Yu güldü.
“Şu kıyamet günlerinde bir tek sen eksiktin tavuk suyu arayan!”
Rong Xue, karşısındaki kişinin kaptan olduğunu öğrenince hemen yumuşadı.
“Aslında o bahane, ben gerçekten generalle görüşmek istiyorum.”
“general sizi görmek istemiyor.”
Tam o sırada, sade giyimli orta yaşlı bir kadın elinde bir kaseyle geldi.
“Xue evladım, hadi yeter, gel çorbanı iç. Bak içine güzel şeyler koydum…”
Rong Xue, çorbaya bakıp bağırdı.
“Ben bu iğrenç şeyi yemem!”
Herkesin tepesi attı.
Tam bu sırada gözü Mu Yi Fan’a takıldı. Hemen el salladı.
“Mu bey! Mu bey!”
Askerleri iterek Mu Yi Fan’a ulaştı ve kolundan tuttu.
“Beni Zhan bey’le görüştürür müsünüz?”
Mu Yi Fan’ın kaşları çatıldı. Kız ona kardeşini anımsatıyordu ve bu hiç hoşuna gitmemişti. Tam reddedecekti ki, Lu Lin araya girdi.
“Generalle görüşmek mi istiyorsun? Biz de birazdan malzeme toplama görevine gidiyoruz. Katılırsan, bol bol görürsün artık.”
Yorum