Çevirmen: Khentimentiu
Alt katlara indikçe, fazlasıyla çürümüş cesetle karşılaşıyorduk. Bu da bazı ürkek kadınların tekrar tekrar çığlık atmasına neden oluyordu. Birinci kata geldiklerinde ise her yer cesetlerle kaplıydı, ayakta duracak neredeyse hiç yer kalmamıştı.
“Xia Xiao Xiao, Liu Shan, buraya gelin ve bana yardım edin.”
Yedi santimlik topuklularıyla yürüyen Rong Xue, salonun girişine geldiklerinde yerdeki cesetleri görünce kalbindeki korkuyu bastırmaya çalıştı, kapıda durdu ve komut verir gibi bağırdı.
Xia Xiao Xiao ve Liu Shan onun çağrısını duymamış gibi davrandı. Birbirlerine tutunarak cesetlerin üstünden geçip salona doğru yürüdüler.
Rong Xue onların kendisini umursamadığını görünce, öfkeden yüzü kıpkırmızı oldu.
“Ka… kaltaklar!”
Xia Xiao Xiao ve Liu Shan ona bir an bakıp sonra yollarına devam ettiler.
Rong Yan ona acıyarak baktı, geri dönüp kardeşine yardım etmek istedi fakat Wu Jing Heng onu engelledi.
“Rong Hanım, daha önce ona yardım etmeye çalıştığınızda ne dediğini biliyorsunuz. Yardım istemediğini söylemişti.”
Rong Yan bu sözlerin mantıklı olduğunu düşündü, kızaran Rong Xue’ye daha fazla dikkat etmeden Lu Lin’e doğru ilerledi.
Salona girmeden önce, Zhan Bei Tian Mu Yi Fan’ın tuttuğu kolunu bıraktı, alçak sesle ve kısaca söyledi.
“Kaçmaya kalkarsan, beynini patlatırım.”
“…”
Bu adam, bu kadar büyük bir göbekle kaçabileceğimi mi sanıyor?
Caddeye vardıklarında, ortada park etmiş beş arazi aracı gördüler. Her bir arabanın içinde bir sürücü vardı. Diğer insanlar ise kapıda bekliyor, başka zombilerin gelip gelmediğini kontrol ediyorlardı.
En arkadaki araçta oturan asker, Zhan Bei Tian’ı görür görmez diğerlerine seslendi.
“Patron indi.”
Kapıdakiler bunu duyunca hemen döndüler, Zhan Bei Tian ve Lu Lin’i görünce gülümsediler.
“Patron!”
Sun Zi Hao öne çıktı.
“Patron, Lu Lin ile bu kadar uzun süre birlikte kalınca bir şey olduğunu düşündüm. Az kalsın sizi aramaya adam gönderecektim.”
Zhan Bei Tian’ın arkasına göz gezdirdiğinde Lu Lin dışında dört kadın ve iki erkek daha gördü, biri de Zhan Bei Tian’ın hemen arkasında duruyordu.
Sun Zi Hao kaşlarını kaldırdı.
“Üst katlarda hayatta kalanlar mı vardı? Hey, şu ikisi Wu Jing Heng ve Yu He değil mi? Bu restoranda ne işleri var?”
Lu Lin gülümsedi, öne çıktı.
“Onlar. Görev nedeniyle buraya gelmişlerdi, mahsur kalmışlar. Bizimle karşılaşacaklarını tahmin etmemişlerdi. Bu iki çocuk gerçekten şanslı.”
Bu sırada Mao Yu öne çıktı.
“Patron, burada uzun süre kalmak uygun değil.”
Zhan Bei Tian başını salladı.
“Araçlara binin.”
Lu Lin son aracı işaret etti.
“Siz dört kadın, son araca bineceksiniz.”
Rong Xue bunu duyar duymaz ilk araca koştu. Xia Xiao Xiao umursamadı, sadece onunla aynı araca binmek istemiyordu. Rong Yan ona baktı, iç çekti, başını salladı ve araca yöneldi.
“Nereye gidiyorsun?” dedi Zhan Bei Tian aniden.
Rong Yan afalladı, durdu ve son aracı işaret etti.
“Kadınların son araca binmesi gerekmiyor mu?”
Zhan Bei Tian sakin bir şekilde söyledi.
“Seninle konuşmuyorum.”
Arkasını döndü, Mu Yi Fan’ın bindiği araca yöneldi.
“Sen nereye gidiyorsun?”
Mu Yi Fan Rong Yan’ı işaret etti.
“Onunla birlikte olmak istiyorum.”
Lu Lin alayla güldü.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın daha önce kullandığı lüks arabaya dik dik baktı.
Sun Zi Hao, patronun yanında duran adamı dikkatlice süzdü, gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Vay anasını, o Mu Yi Fan değil mi ya?”
Öncesinde bu adam hep patronun arkasında durduğu için kimse dikkat etmemişti… Mu Yi Fan’mış meğerse.
Lu Lin, sinirle dudaklarını bükerek söylendi.
“O evet, Xiang Guo bir dahaki karşılaşmada Mu Yi Fan’ı döveceğini söylemiştin. Hani nerde şimdi?”
Mao Yu yanıtladı.
“Sıra Xiang Guo’daydı, villanın güvenliğinden sorumluydu. Bu yüzden bizimle gelmedi. Geri döndüğümde ona anlatırım. Şu an Mu Yi Fan patronla birlikte, kaçamaz artık.”
Gerçekten de kaçamazdı, çünkü arabada Zhan Bei Tian onu çıkmaza sürükleyen bir şey söylemişti.
“Zheng Guo Zong’u, eskiden yaşadığın villaya davet ettim.” Şarlatan doktoru da bulmuştu…
Mu Yi Fan endişeyle sordu.
“Peki ya Jia Ming? Ona bir şey sordunuz mu?”
Zhan Bei Tian ona bakmakla yetindi, cevap vermedi. Arabayı çalıştırdı, ekip otelden ayrıldı. Yol boyunca ikisi de konuşmadı, araba içinde gergin bir sessizlik hakimdi.
Mu Yi Fan dayanamayıp Zhan Bei Tian’a gizlice baktı ve sonra gözlerini tekrar dışarı çevirdi.
Şimdi hikâyenin gidişatı neredeyse tamamen değişti, bundan sonra ne olacağını bilmiyorum. Zhan Bei Tian’ın bana ne yapacağını kestiremiyorum. Ama orijinal Mu Yi Fan’a olan nefretini düşünürsek, muhtemelen beynimi hemen patlatmaz da, önce biraz işkence eder…
Gerçi, neyse ki canım yanmıyor. O yüzden ne kadar işkence etmeye kalkarsa kalksın, bana faydası olmayacaktır. Ancak beynimi patlatırsa ya da yüksek seviye bir zombiye dönüşürsem işler değişir.
Bir saat sonra araç, Mu Yi Fan’ın daha önce yaşadığı villaların girişine geldi. Herkes denetim için araçtan indi. Denetimden sorumlu kişi Zhan Bei Tian’ın arkadaşıydı, bu yüzden bir sorun çıkmadı. Herkesin enfekte olmadığı doğrulandıktan sonra içeri girdiler.
Villa bahçesi hâlâ eskisi gibiydi, hiç değişmemişti. Bahçeye yakın alanlarda çok sayıda asker devriye geziyordu, villaların güvenliğini sağlıyorlardı. Zhan Bei Tian’ın ekibini görünce hemen durup selam verdiler ve geçmeleri için yol açtılar.
O sırada neşeli bir ses yankılandı.
“General döndü! Tuğgeneral döndü!”
Birçok kişi villalardan çıkıp onları karşılamaya geldi.
Mu Yi Fan, kapıda bekleyen Zheng Guo Zong’u gördü, araba durur durmaz hemen indi ve ona doğru koştu.
Zheng Guo Zong da Mu Yi Fan’ı görüp ona sarıldı.
“Mu Mu, seni sağ salim görmek beni o kadar rahatlattı ki… şükürler olsun.”
Mu Yi Fan endişeyle sordu.
“Şarlatan doktor, Jia Ming nerede? Jia Ming’e ne oldu?”
Zhan Bei Tian’ın öfkesi yüzünden Jia Ming’e zarar vermesinden çok korkuyordu.
Zheng Guo Zong, onun oğlunun güvenliği için bu kadar endişelenmesine gülümsedi ve onu rahatlattı.
“Merak etme, Jia Ming gayet iyi.”
Mu Yi Fan rahat bir nefes aldı.
“İyi, o zaman Ming Ming nerede?”
Zheng Guo Zong etrafa baktı, çok kalabalık olduğunu fark edince fısıldadı.
“Burası konuşmak için uygun değil, benimle gel.”
Mu Yi Fan’ı, eskiden yaşadığı villaya götürdü. Mu Yi Fan salonun dekorasyonuna baktığında duygulandı. Bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir şey değişmemişti.
Zheng Guo Zong onu ikinci kattaki odaya çıkardı.
“Burası General’in bana ayırdığı oda.”
Mu Yi Fan şaşırdı.
“Tek başına mı kalıyorsun?”
Şu anda odalar oldukça sınırlıydı, nasıl olur da ona tek kişilik oda verilmişti? Bu, Lu Lin’den bile daha iyi bir muameleydi.
Hatırladığına göre kitapta şöyle yazıyordu, güvenli bölgede odalar kalabalıktı, bir odada beş-altı kişi kalıyordu. Güçlü olanlar ya da statüsü yüksek olanlar iki kişi kalabiliyordu. Zheng Guo Zong gibi birinin yalnız kalması, sadece Baş karakter’in sahip olduğu bir ayrıcalıktı.
Zheng Guo Zong kapıyı kapattı, onu yatağın yanına götürdü.
“Evet, burada yalnız kalıyorum. Nedenini bilmiyorum. Beni buraya getiren herkes çok nazikti. Geldiğimde tek kişilik oda ayarladılar. Sordum soruşturdum, diğerleri altı-yedi kişiyle aynı odayı paylaşıyor. Büyük odalarda on, on beş kişi bile kalıyor.”
“Nasıl yakalandın? Oğlun seninle miydi?”
Zheng Guo Zong iç çekti.
“Sen ayrıldıktan kısa bir süre sonra, General Zhan bir ekiple geldi. Oğlumu buraya getirirsem zarar verirler diye korktum.”
“Peki oğlun hâlâ evde mi?”
“Evet evde kaldı. Ayrılmadan önce general bana, burada kaldığım sürece Jia Ming’e zarar vermeyeceğine dair söz verdi.”
Mu Yi Fan bunu duyunca rahatladı.
“Merak etme, Zhan Bei Tian bir söz verdiyse mutlaka tutar. Umarım aynı söz benim için de geçerlidir….”
Zheng Guo Zong derin bir nefes aldı.
“Sen böyle konuşunca hiç inandırıcı olmuyor.”
Mu Yi Fan gözlerini devirdi.
“Sana söylemiştim, onun için sadece bir düşmanım artık.”
“İnanmıyorum.”
“İstersen inan, istersen inanma.”
“Sen onun düşmanıysan, neden beni buraya getirip seninle ilgilenmemi istedi?”
“…”
Zheng Guo Zong konuşmasını bitiremeden kapı çalındı.
Yorum