Çevirmen: Khentimentiu
Kadının elinde bir ses kayıt cihazı ve küçük bir dinleme cihazı vardı.
Chen Yan’ın yüzü bir anda değişti.
Rong Xue’ninki ise daha da kötüleşti. Özellikle apartmanın dışındaki konuşmaları aklına gelince… Chen Yan’la yaptıkları o konuşmayı hatırladı, söylediklerini düşününce yüzü bembeyaz kesildi. Geriye döndü, yüzü allak bullak olmuş bir şekilde kadına öfkeyle baktı.
“Bu cihazı üzerime sen taktın!”
Kadın hiçbir şey söylemedi. Yüzünde tek bir mimik bile yoktu.
“Üzerine ben koymadım.”
Wang Jiu alttan bir kahkaha patlattı.
Rong Xue hışımla Wang Jiu’ya döndü.
Wang Jiu alaycı bir ifadeyle, “Seni tuttuğumda, o son lafı ederken koydumüzerine, fark etmedin bile,” dedi.
“Sen…”
Mao Yu kadının elinden ses kayıt cihazını aldı ve gözlerini Rong Xue’ye dikti.
“Genç Hanım Rong Xue, bu kayıt cihazı size tanıdık geliyor mu?”
Chen Yan ve Rong Xue, Mao Yu’nun elindeki cihaza baktılar.
Nasıl tanıdık gelmesin ki? Bu, Rong Yan’ın pantolonuna gizlice tıkıştırdıkları kayıt cihazıydı.
Mao Yu cihazı çalıştırdı.
Ve odada Wang Jiu’nun sesi yankılandı.
“Rong Yan’ın ekipten atıldığını görmek güzel değil mi?”
Bu cümleyle birlikte Rong Xue’nin gözlerinde panik parladı.
Bu ses, merdiven boşluğunda Wang Jiu’yla yaptığı konuşmaydı.
Ses çok yüksek değildi ama yakın olanlar rahatça duyuyordu. Derken bir ses duyuldu.
“Rong Xue, seni genç Hanım Chen arıyor.”
Ardından kayıttaki Wang Jiu başka bir şey daha dedi, Rong Xue ise yüksek sesle, “İstiyorsan git söyle!” diye çıkıştı.
Ardından ayak sesleri duyuldu ve Rong Xue’nin Chen Yan’la konuşmak üzere apartmandan çıktığı duyuldu.
Kayıt tam burada sona erdi. Mao Yu cihazı kapattı.
Ses kaydında kardeşine komplo kurduğunu kendi sesiyle duyan Rong Xue’nin yüzü allak bullaktı.
Rong Yan’ın yüzü ise buz gibiydi.
Rong anne, şok içinde Rong Xue’ye baktı.
Büyük kızına tuzak kuran küçük kızının o olduğunu hiç düşünmemişti.
“Rong Xue, neden yaptın bunu? Yan Yan senin kardeşin değil mi! Kendi öz kardeşine neden tuzak kurdun?”
Rong Xue dudaklarını sımsıkı kapadı, annesinin öfke ve keder dolu bakışlarına karşılık bile vermedi. Rong anne, kızının sessizliğini görünce, her şeyin doğru olduğunu düşündü. İçine düşen buz gibi hisle bir adım öne atıldı, kızının elini tuttu ve ağlamaya başladı.
“Rong Xue, söylesene! Yan sana ne yaptı? Neden kardeşine bunu yaptın? Neden onun atılmasını istedin?”
Rong Xue bir anda kolunu çekti ve annesini itti.
Rong anne neredeyse yere düşüyordu ki, şükür ki Rong Yan hızlı davranıp onu tuttu.
“Anne, iyi misin?”
Rong anne gözyaşlarını sildi.
“İyiyim… Önemli değil…”
Rong Xue, o duygusal anne-kız tablosunu görmeye dayanamayıp alayla konuştu.
“Benim neden Rong Yan’a düşman olduğumu merak ediyorsun ya… O zaman anlatayım. Çünkü bütün annelik sevgini ona verdin! Peki ya ben? Bana ne verdin sen? Yedi yaşındaydım, okula başladım ve o zaman öğrendim biyolojik annem olduğunu. Sen bunca yıl bir kez olsun beni aradın mı?”
“Seni aramadım mı sanıyorsun? Kaç kere gittim o evin önüne ama hizmetçiler beni içeri bile almadı. Sonra okula gittim, seni görmeye çalıştım ama…”
Rong Xue alay etti.
“Bunca yıldan sonra ne dersen de zaten.”
Rong Yan ise hayal kırıklığıyla baktı Rong Xue’ye.
“Demek böyle düşünüyorsun… O zaman babamı dinleyip onunla kalmalıydım.”
“Ne demek o şimdi?”
Rong Yan ifadesiz bir şekilde konuştu.
“Annemle babam boşanırken, babam iki kızının da velayetini istedi. Ama annem bizden ayrılmak istemediği için evi terk edip en azından birimizin velayetini almak istedi. Babam da beni seçti, anneme ise seni verdi. Ama sen daha bir yaşındaydın, annemin evi, işi, parası yoktu. Seni o hayatın içine sürüklemek istemedi. O yüzden beni ikna etti, ‘sen babanda kal, iyi yaşarsın’ dedi. Kendisi de çekip gitti.”
“Yan Yan, anlatma artık,” dedi anne Rong, elleriyle ağzını kapatarak ağlamaya başladı.
“Anne, anlatmazsak hiç bilemeyecek. Hep senin onu istemediğini düşündü.”
Sonra gözlerini Rong Xue’ye dikti.
“Luo Jing’in sana iyi davranmasının sebebini biliyor musun? Gerçekten seni öz kızı gibi mi görüyor sanıyorsun?”
Rong Yan acı acı güldü.
“O kadar saf olamazsın… Annem, evden kovulmadan önce, sana iyi bakılması şartıyla tüm hisselerini babama devretti. Babam da, ‘zaten ben büyütüyorum, hisseler kimde olursa olsun’ deyip kabul etti. Yoksa neden seni bu kadar severek büyüttü sanıyorsun?”
Rong Xue bu sözlerle deliye döndü, Rong Yan’a saldırmak istercesine üzerine yürüdü.
“Yalan söylüyorsun! Babam beni seçmemiş olamaz!”
Rong Yan onun iki elini tuttu ve sabırla konuştu.
“Yeter artık!”
Tam o anda…
“Burası tartışma yeri değil,” dedi Zhan Bei Tian, uzun süredir sessizliğini korumuştu.
Dört asker hemen öne atıldı, ikisini de ayırıp kavgayı önledi.
Mu Yi Fan kaşlarını çattı.
Kadın başrolün ailesi hakkında yazarken bu kadar dramatik gerçeklerin ortaya çıkacağını hiç tahmin etmemişti.
Bu sırada Mao Yu, Chen Yan’a döndü.
“Genç Hanım Chen, bu kayıt cihazını nereden buldunuz?”
Chen Yan sıkılarak, “Yerden buldum,” dedi.
Mao Yu her şeyi anladı ama ısrar etmedi.
“Madem söylemek istemiyorsunuz, o zaman birkaç gün dış ekipte kalmanız gerekecek.”
Chen Yan’ın yüzü düştü.
“Beni ev hapsine mi alacaksınız?”
“Biz sadece sevgilinizin sizi kurtarmaya gelip gelmeyeceğini görmek istiyoruz. Gerçekten sizi seviyor mu, yoksa kendini mi düşünecek bunu anlayacağız.”
Chen Yan öfkelendi.
“Zaten kayıt cihazının sevgilimden geldiğini biliyorsanız, beni neden hâlâ tutuyorsunuz?”
“Bunu tahmin ettik ama sizden de duymak istedik. Yardımınız için teşekkür ederiz.”
Chen Yan’ın yüzü iyice karardı.
Zhan Bei Tian askerlere döndü.
“Chen Hanım’ı götürün.”
Chen Yan götürüldükten sonra, Zhan Bei Tian Rong Xue’ye döndü.
“Mu Yi Fan’dan özür dile. Yarım saat içinde eşyalarını topla ve buradan defol.”
Bu kez Rong anne bile araya girmedi, gözyaşlarını sildi ve kızı Rong Yan’ın yardımıyla oradan ayrıldı.
Rong Xue, Zhan Bei Tian’ın sözlerini duymamış gibi yaptı. Diğer hayatta kalanların küçümseyen bakışları arasında başını dik tutarak dönüp gitmek istedi. Ama askerler önünü kesti.
“Nereye gidiyorsun?”
Rong Xue dişlerini sıktı.
Mao Yu sertçe söyledi.
“Komutan Mu Yi Fan’dan özür dilemeni söyledi.”
Rong Xue alçak bir sesle homurdandı.
“Pis…”
Cümleyi bile tamamlayamadan, fuşya renkli bir alev ona çarptı, birkaç adım geriye savruldu.
Salonu aniden yanık kömür kokusu kapladı.
Rong Xue’nin başı simsiyah olmuştu, saçların çoğu yanmış, geriye sadece arka kısımda birkaç tutam kalmıştı. Herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu.
Mu Yi Fan bile dayanamayıp gülümsedi.
Mu Qing Tian kahkahasını tutamadı ve neşeli çocuksu kahkası ile güldü.
Rong Xue başındaki ısıyı hissedip eliyle kontrol etti. Gurur duyduğu saçları gitmişti!
“Aaaah! Saçlarım! Saçlarım!”
Zhan Bei Tian soğuk bir sesle konuşmaya başladı.
“Özür dilemezsen, geriye kalan saçların da gidecek.”
Rong Xue korkuyla Zhan Bei Tian’a baktı, parmağında titreyen fuşya alevi görünce dili tutuldu.
“Üzgünüm…”
“Ne için üzgünsün?”
“Mu Yi Fan, üzgünüm.”
“Daha yüksek sesle.”
Rong Xue derin bir nefes aldı ve bağırdı.
“MU YI FAN ÖZÜR DİLERİM!”
“Artık gidebilirsin.”
Rong Xue, etrafındakilere nefret dolu bir bakış fırlattı, başındaki eşarbı tutarak utanç içinde salondan çıktı.
Salondakiler bir anda kahkahaya boğuldu.
Gösteri bitince, diğer hayatta kalanlar da salondan birer birer ayrıldı.
Zheng Guo Zong iç çekti.
“Rong Xue’nin gitmesi iyi oldu. En azından bir olay daha çıkmayacak. Ama bu kadar kolay gitmesine izin vermek… fazla kolay oldu sanki.”
Sun Zi Hao başını salladı.
“Ben de öyle düşünüyorum. Kendi öz kardeşini bile tuzağa düşürmüş biri için bu kadarı az bile. Ya şu Chen Yan? O da cihazı vermiş. Onu geri göndermekle hata mı ettik?”
Zhan Bei Tian bir şey demedi.
Mao Yu, onun bir planı olduğunu düşündü ve konuşmadı.
O sırada Zheng Guo Zong, geçmiş bir olayı hatırladı.
“Hatırlıyor musunuz? Mu Mu’yu itmişti de bayılmasına neden olmuştu… Yirmi gün komada kaldı.”
Zhan Bei Tian’ın gözleri karardı.
“Ne diyorsun sen?”
Mu Yi Fan da şaşırmıştı. Zheng Guo Zong neden şimdi bunu konuyu açıyordu?
Mu Yi Fan araya girmek istedi ama Zhan Bei Tian soğuk bir sesle onun konuşmasına engel oldu.
“Doktor konuşsun, sen dur.”
Zheng Guo Zong anlatmaya başladı, ama Mao Yu orada olduğu için biraz cümlelerini değiştirerek zombilerle savaş gibi gösterdi.
Ama Zhan Bei Tian zekiydi. Mu Yi Fan’ın kaçamadığını, bayıldığını anlamıştı.
Zhan Bei Tian’ın yüzü dondu, salondaki herkesin içi buz kesti.
Meğer o gün komaya girmesinin nedeni kendi tekmesi değil, Rong Xue’nin ikinci kez onu itmesiymiş.
Mu Yi Fan bir şeyler söylemek istedi ama Zhan Bei Tian sözünü kesti.
“Doktorla konuşmaya git. Qing Tian’ı bahçede gezdireceğim. Mao Yu’yla konuşmam gerekenler var.”
Mu Yi Fan mecburen Doktor’la çıktı.
Zhan Bei Tian ise birkaç dakika sonra salondan çıktı. Mao Yu ve diğerleri merak içinde kaldı.
**
Öbür tarafta, Rong Xue hırsla odasına döndü. Banyoya girip kafasını bir kova suyla yıkadı.
Eline gelen kel kafasını hissedince, gözlerindeki öfke daha da büyüdü. Gözyaşlarının ardında yanan bir kinle aynaya baktı. Güzelliği bozulmuştu. Ve hâlâ haksızlığa uğradığını düşünüyordu.
Başını sarıp toparlanmaya başladı. Yanına verilen birkaç kıyafeti koymaya çalıştı ama sığmayınca annesinin kutusunu açtı, içindekileri yere döküp kendi eşyalarını yerleştirdi.
Rong Yan öfkeyle ağzını açacaktı ki, Rong anne başını sallayarak onu susturdu.
Rong Xue iki büyük valizini sürükleyip odadan çıktı.
Merdivenlerde çıkardığı sesler, herkesin dönüp bakmasına neden oldu.
Rong Xue’nin kardeşini tuzağa düşürdüğü haberi zaten apartmanda yayılmıştı. Onu görenler fısıldaşmaya başladı. Ama Rong Xue hiçbirine aldırmadı, valizlerini çeke çeke apartmandan ve site girişinden çıktı.
Yeni kalacak yer ararken bir araba kornası çaldı.
Dönüp baktığında, tanıdık bir SUV yanaşmıştı.
Sürücü koltuğunun kapısı açıldı.
Zhan Bei Tian’dı.
“Bin, seni B Şehri’ne götüreceğim.”
Yorum