Koyu Switch Mode

Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm

A+ A-

Çevirmen: Khentimentiu


 

Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın gözlerinin derinliklerinde saklı bir beklenti parıltısı gördü. “hayır” demek istedi ama kelime boğazına düğümlendi, söyleyemedi. 

 

Gitgide daha çok normal bir insana benziyordu. Ama bu, yeniden insan olabileceği anlamına gelmiyordu. Zaten, bu değişime uğramasına da şaşırmıyordu. 

 

Romanın orijinalinde, bir Zombi kralı, normal bir insana benzeyebiliyordu. Gözaltları kararmıyor, göz çukurlarındaki kırmızılıklar yok oluyor, yüzü ve dudakları canlı bir kırmızıya bürünüyor, tırnakları kararmıyordu, onu tanımayan birisi onu sadece sağlıklı bir insan sanıyordu. 

 

Ama ne kadar insana benzerse benzesin, o hâlâ bir zombiydi. Vücudunda hâlâ virüs vardı ve bu virüs başkalarına bulaşabilirdi. 

 

Fakat bir Zombi kralı’nın, virüsünün bulaşmasını engelleme ve devletin sonradan geliştirdiği zombi detektörlerine yakalanmadan kaçabilme gibi yetenekleri vardı. 

 

Yine de bu yetenek sınırlıydı. En fazla bir saatliğine kullanılabiliyordu. 

 

“Bei Tian…” 

 

Mu Yi Fan konuyu değiştirmek istedi, aslında onu koruduğu için Zhan Bei Tian’a teşekkür edecekti. 

 

Ama daha iki kelime etmişti ki, kapı çalındı. Dışarıdan bir ses geldi. 

 

“Patron, benim, Mao Yu.” 

 

Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın elini yavaşça bıraktı. Eldiveni eline aldı, Mu Yi Fan’a geri vermek istedi. 

 

“Ben takarım,” dedi Mu Yi Fan aceleyle. Tırnaklarının Zhan Bei Tian’ı çizmesinden endişeliydi. Eldivenleri titizlikle taktı. 

 

O sırada Zhan Bei Tian kapıyı açtı. 

 

“Ne oldu?” 

 

“Bugün ekibimdeki birçok kişi benimle konuştu, buraya, K Şehri’ne geleli çok oldu ama hiç dışarı çıkamadılar. Yarın buradan ayrılmadan önce en azından etrafı gezmek istiyorlar. Doğudaki bölge güvenli olduğuna göre, dışarı çıkabilirler mi?” 

 

Zhan Bei Tian bir süre düşündü. K Şehri’ne geldiklerinden beri herkes sadece eğitim ve erzak teminiyle uğraşıyordu. Hiç kimse gevşememişti. 

 

“Önümüzdeki iki gün boyunca ne eğitim var ne de erzak arayışı. Dışarı çıkabilirler, biraz nefes alsınlar ama hava kararmadan dönsünler.” 

 

Mao Yu’nun yüzü aydınlandı. Ailesiyle dışarı çıkamayalı uzun zaman olmuştu. 

 

“Bir de, Lu Lin, Sun Zi Hao ve Xiang Guo ile dışarı çıktığınızda kristal çekirdeği satan birileri olursa, pirinç ile takas yapın. Fiyat uçuksa, almayın.” 

 

“Anlaşıldı patron. O zaman izin verirseniz, diğerlerine söyleyeyim.” 

 

“Hmm.” 

 

Mao Yu sevinçle ayrıldı. 

 

Zhan Bei Tian kapıda bir süre durdu, sonra içeriye döndü. 

 

“Ben çıkıyorum, sen-” 

 

Mu Yi Fan yalnız kalmak istemedi ve anında Bei Tian’ın lafını kesti. 

 

“Ben de geliyorum.” 

 

Zhan Bei Tian’ın bu kez yaşlı Li’yi görmeye gideceğini biliyordu. O adamın bin kilometre ötedeki konuşmaları bile duyabilme yetisi, işleri kolaylaştıracaktı. 

 

Zhan Bei Tian düşündü; dışarıdaki insanlar sadece ses kaydını duymuştu, Mu Yi Fan’ı tanımıyorlardı. Yani birlikte çıkmaları çok dikkat çekmezdi. 

 

Üstelik, az önceki karmaşadan sonra ortalık biraz olsun sakinleşmişti. 

 

Zhan Bei Tian başını sallayıp kabul etti. Birlikte apartmandan çıkıp geçici pazar alanına doğru yürüdüler. 

 

Bugün pazar, K Şehri’ne ilk geldiklerinden çok daha kalabalıktı. Sadece yetişkinler değil, birçok çocuk da kahkahalarla koşuşturuyordu. O neşeli sesler arasında dünya, sanki kıyamet hiç kopmamış gibiydi. 

 

İki adam, Li Tian Qing’in dükkânına ulaştığında, Mu Yi Fan ilk geldiğinde bomboş olan rafların şimdi antikalarla dolu olduğunu gördü. 

 

Eskiden bu eşyalar çok değerli olurdu. Şimdi yere düşseler kimse dönüp bakmazdı. 

 

Yaşlı adam, Zhan Bei Tian’ı görünce şaşkınlıkla ayağa kalktı ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yaklaştı. 

 

“General Zhan, böyle küçük bir dükkâna hangi vesileyle geldiniz?” 

 

Zhan Bei Tian direkt konuya girdi. 

 

“Li Amca, içerde konuşalım.” 

 

Li Tian Qing, önemli bir mesele olduğunu fark etti ve onaylarcsına başını salladı. 

 

“Olur, odama geçelim.” 

 

Zhan Bei Tian, antikalara göz gezdiren Mu Yi Fan’ı gelmesi için bekledi ama Mu Yi Fan onu beklediğini görünce elini gitmesi için salladı. 

  

“Sen git, ben burada oyalanırım.” 

 

İkili odaya geçerken Mu Yi Fan sıkılınca antikalardan bazılarını alıp incelemeye başladı. 

 

Gerçekte, antikalara biraz ilgisi vardı. Gerçek dünyadaki Zhan Bei Tian’ın dedesi ona bu konuda birkaç şey öğretmişti. 

 

Ancak o, bir roman karakteriydi. Yani elindeki eşyaların hangi hanedana ait olduğunu tam olarak bilemezdi. Yine de desenlerine ve yıpranmışlığına bakarak sahte mi gerçek mi diye fikir yürütebiliyordu. 

 

İncelemeye daldığı sırada aniden yanında bir yaşam enerjisi hissetti. 

 

Hemen arkasını döndü ama kim olduğunu göremeden gözleri kararırken kafasına büyük siyah bir torba geçirildi. 

 

Şoka girdi. Zhan Bei Tian’a seslenmek istedi ama torbanın dışından başına bir silah dayandı ve tehdit dolu bir ses duydu. 

 

“Konuşursan, beynini dağıtırım.” 

 

Mu Yi Fan sesini çıkaramadı. Ama tabii ki öylece götürülmeyi de kabul edemezdi. Hemen ayağıyla yakındaki büyük porselen vazoya tekme attı. 

 

Vazo kırılınca çıkan gürültü, Li Tian Qing’in kulağına mutlaka ulaşacaktı. 

 

Adamlar telaşlandı. 

 

“Lanet olsun, kaçalım!” 

 

Mu Yi Fan hâlâ dışarıyı göremiyordu ama taşınırken sarsıldığını, sıkışık bir torbada olduğunu hissedebiliyordu. Bu hâl, onu hem rahatsız hem tedirgin ediyordu. 

 

“Kim bana bu kadar düşman ki, böyle kaçırılıyorum?” diye düşündü. Ama sonra birini hatırladı. 

 

Yüreği daraldı. Tam o sırada onu taşıyan kişi aniden durdu ve öfkeyle bağırdı. 

 

“Kimsin sen? Önümüzde neden duruyorsun?” 

 

Hemen ardından dışarıdan bir çığlık duyuldu, sonra yere yığılma sesi… 

 

Mu Yi Fan’ın aklına hemen Zhan Bei Tian geldi. “O geldi, kesin o!” diye düşündü. 

 

Eldivenlerini hemen çıkardı, keskin tırnaklarıyla torbayı içten yırttı. Dışarı çıktığında bir adamın yere yığıldığını gördü. 

 

Yaralı adam, acıya rağmen yerden toprak elementinden bir kılıç yarattı ve Mu Yi Fan’a doğru savurdu. 

 

Mu Yi Fan hemen kaçtı. Toprak kılıç bir anda onlarca küçük hançere dönüştü, hepsi Mu Yi Fan’ı çevreledi ve tam kafasına saplanacakken- 

 

Adam aniden acıyla haykırdı! 

 

Toprak hançerler bir anda toza dönüştü. Mu Yi Fan derin bir nefes aldı. Başını çevirdiğinde, çevresinde mor-kızıl yıldırımlar çakan, yüzü öfke dolu ve şeytan gibi bir adam gördü: Zhan Bei Tian. 

 

Bir eliyle altın yetenekli adamın boğazını sıkarken diğer eliyle toprak yetenekli adamın yüzünü kavramıştı. 

 

İkisi de korkunç çığlıklar attı. Bedenleri hızla tutuştu ve üç saniye sonra üç adam da simsiyah kömüre döndü, ardından kül olup yok oldular. 

 

Köşedeki bir adam bu sahneyi görünce korkudan gözleri büyüdü, titreyerek kaçmaya başladı. 

 

Zhan Bei Tian onu vurmak için döndü ama Mu Yi Fan hızla atılıp sarıldı. 

 

“Hayır, öldürme onu!” 

 

Zhan Bei Tian soğuk bir ifadeyle başını eğdi. 

 

“Öldürmezsem seni öldürmeye çalışacak.” 

 

“Biliyorum ama onun kimin emriyle geldiğini öğrenmek istiyorum. Geri dönsün, sonra Li amca konuşmalarını dinlesin.” 

 

Zhan Bei Tian güçlerini durdurdu. Mu Yi Fan’ı sımsıkı sardı, diğer eliyle Mu Yi Fan’ın saçlarını okşayarak başını kontrol etti. Zombilerin en hassas yeri kafaydı. 

 

“İyi misin? Yaralandın mı?” 

 

Az önce, Li Amca aniden “Aşağıda bir gariplik var,” demişti. Zhan Bei Tian hemen koşmuş, Mu Yi Fan’ı bulamayınca alarma geçmişti. 

 

Neyse ki saldırganlar hız yeteneğine sahip değildi. Yoksa onları yakalaması mümkün olmayacaktı. 

 

Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın gözlerinde endişe ve sevgi dolu bir bakış yakaladı. Kalbi sıcacık oldu, bilinçsizce kollarını onun etrafında doladı ve mırıldandı. 

 

“Zhan Bei Tian… Bei Tian, seni affettim. O günkü yanlış anlama için artık sana kırgın değilim.” 

 

Artık Zhan Bei Tian’ın onu tekrar yanlış anlayacağını düşünmüyordu. Bu adam, onu korumak için adam öldürmüşken, onun canını alacağına inanması saçmaydı. 

 

Zhan Bei Tian durdu, Mu Yi Fan’a dikkatlice baktı. Gözleri güvenle doluydu. 

 

Bir anlık duygusallıkla başını eğdi, koca gözlerinin içine bakarak yumuşakça onu öptü. 

 

Mu Yi Fan’ın gözleri büyüdü. 

 

“Bei Tian, sen…” 

 

İlk öpücüğü bir tesadüf, ikinciyi teselli sayabilirdi… ama üçüncüye ne demeliydi? 

 

Zhan Bei Tian hızını alamadı, onun solgun dudaklarına bir öpücük daha kondurdu. 

 

Mu Yi Fan hemen dudaklarını sıktı, dilinin içeri girmesini istemedi, onu itti. Ama Zhan Bei Tian daha da sıkı sarıldı. 

 

“Bei Tian, unutma… ben ölü biriyim…” 

 

Zhan Bei Tian’ın “zombi” kelimesinden hoşlanmadığını hatırladı, bu yüzden ölü kelimesini kullanmıştı. 

 

“Yani… tükürüğüm bulaşırsa, sen de enfekte olursun.” 

 

Zhan Bei Tian geri adım atmadı. Onun beyaz kulaklarını öptü, boğuk bir sesle fısıldadı. 

 

“Eğer enfekte olmazsam, seni öpmeme izin verir misin?” 

 

Mu Yi Fan bu tür bir şeyi hiç düşünmemişti. Neden öpmek istiyordu ki bu adam onu? 

 

“Cevap ver Mu Mu, söyle bana,” diye mırıldandı Zhan Bei Tian, onun iç kulağına adını fısıldarken. 

 

Ses tonu, onu büyülüyordu adeta. Mu Yi Fan istemeden başını yaklaştırdı. Zhan Bei Tian’ın bu ismi kullanmasına da sevinmişti. 

 

Zhan Bei Tian tekrar sordu. 

 

“Söyle Mu Mu.” 

 

Sonra elleriyle yüzünü kendine çevirdi. 

 

Mu Yi Fan gözlerini ondan alamıyordu. O derin siyah gözlerde kayboldu, sonra farkında olmadan cevapladı. 

 

“Evet…” 

 

Zhan Bei Tian, cevabı duyar duymaz gülümsedi, tekrar dudaklarına bir öpücük kondurdu. Ardından dudaklarından boğuk bir kahkaha döküldü. 

 

Etiketler: novel oku Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm, novel Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm, online Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm oku, Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm bölüm, Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm yüksek kalite, Number One Zombie Wife [Novel] 130. Bölüm light novel, ,

Yorum