Çevirmen: Khentimentiu
Kayıt cihazından çıkan ses yeterince yüksekti, kantin kalabalık olsa da etraftaki insanlar konuşulanları açıkça duyabiliyordu. Fakat çoğu kişi bu meseleye aldırış etmedi.
Zhan Bei Tian’ın kaşları çatıldı. Cihazdan gelen ses, büyük ihtimalle Zhuang Zi Yue’ye aitti. Ardından Mu Yi Fan’ın şaşkın sesi duyuldu.
“Ne oldu?”
“Sen…” dedi bir erkek sesi ama sadece bu kelimeyi söyleyip uzun süre sustu. Herkes bir şey gelmeyecek sandığı anda ses yeniden duyuldu.
“Sen… bir zombi misin?”
Bu söz adeta bomba etkisi yarattı. Cihazın etrafındakiler şok içinde donakaldı.
Ne diyorsun?! Mu Yi Fan… bir zombi mi?!
Kayıt cihazını duymayan ama etraftaki şaşkın fısıltıları işitenler hemen merakla yöneldiler.
“Ne oluyor orada? Bir şey mi oldu?”
Zhan Bei Tian’ın yüzü buz gibi kesildi. Hemen Rong Xue’nin önüne geçti, onun elindeki kayıt cihazını aldı ve cihazı kapatarak soğuk bir sesle sordu.
“Bu kayıt cihazı da neyin nesi?”
Xiang Guo hâlâ şaşkınlıkla kalbini tutuyordu, Zhan Bei Tian’ın arkasından yetişti. Rong Xue ise masum bir şekilde yanıt verdi.
“Bu cihaz benim değil, gerçekten ne olduğunu bilmiyorum.”
“Öyleyse kimin bu?”
Rong Xue, gözlerini Rong Yan’a çevirdi. Zhan Bei Tian’ın buz gibi bakışları da hemen ona yöneldi.
Rong Yan şaşkın bir ifadeyle, “Bu benim de değil,” dedi.
O sırada bir adam, “Ama senin cebinden düştü.” diye seslendi.
“Ben… şey… bilmiyorum… Bu… Gerçekten benim değil bu kayıt cihazı, ne olduğunu bilmiyorum.”
Kantin çevresindeki diğer insanlar da bu tartışmayı fark etti ve fısıltılar kısa sürede yayıldı. Birkaç dakika içinde tüm doğu koridoru kantinindeki insanlar Mu Yi Fan’ın zombi olduğu söylentisiyle çalkalanmaya başladı.
“Mu Yi Fan zombi miymiş?!”
Bazıları şüpheyle söylendi.
“Olmaz öyle şey. Zombi olsaydı şimdiye kadar hepimizi ısırmıştı.”
“Ben de öyle düşünüyorum. Ayrıca eğer o gerçekten zombiyse, hepimiz çoktan zombiye dönüşmüştük. Ama hâlâ sapasağlamız. Kimseyi ısırmamış.”
Tam bu esnada, yemek almaya geç kalmış olan Mu Yi Fan kantine girdi. Fakat adımını atar atmaz herkes beş adım geri çekildi. Ne olduğunu anlayamadan bakışlar arasında kaldı. Sonra gözleri ortada toplanmış olan Zhan Bei Tian ve ekibine takıldı.
“Ne yapıyorsunuz? Neden içeri girmiyorsunuz?” diye sordu şaşkınca.
Etrafındaki bazı insanlar şüpheyle ondan birkaç adım daha uzaklaştı.
Her ne kadar onun gerçekten bir zombi olduğuna inanmasalar da, yine de temkinli davranmak istiyorlardı.
Zhan Bei Tian onu görünce ifadesi biraz yumuşadı.
“Bir şey yok, sen git yemeğini al, otur.”
Mu Yi Fan etrafındaki insanlara şaşkınlıkla baktı ama sessizce yemeğini alıp her zamanki yerine geçti. Fakat onun gitmesinin ardından Zhan Bei Tian etrafına sert bir bakış atarak kalabalığa seslendi.
“Bu konu hakkında tek kelime eden olursa, hemen eşyalarını toplayıp bu gruptan defolup gider!”
Kimse sesini çıkaramadı.
Xiang Guo, etrafa el sallayarak “Hadi yemeğe devam edelim,” dedi.
Kalabalık yavaşça dağıldı.
Rong Yan ise hâlâ yerinden kımıldayamamıştı. Yüzü bembeyazdı.
“General Zhan, ben…”
Zhan Bei Tian ona kısaca baktı, hiçbir şey demeden yüzünü çevirdi ve Xiang Guo’yla birlikte yemeğe geçti.
Rong Yan’ın annesi o sırada kantine gelmişti. Kızının ortada tek başına dikildiğini ve yüzünün solgunluğunu görünce hemen yanına koştu.
“Yan Yan, neden hala yemeğe başlamadın?”
Kızının gözleri doldu, sesi titreyerek, “Anne…” dedi.
Rong Anne telaşlandı.
“Ne oldu? Kim sana ne yaptı, anlat kızım. Kimse benim kızıma böyle davranamaz!”
Rong Yan burnunu çekerek fısıldadı.
“Anne, o kayıt cihazı gerçekten benim değildi.”
“Ne cihazı?”
Kızının gerçekten bir şey anlatmak istemediğini anlayınca endişeyle teselli etmeye başladı.
O sırada Xiang Guo, yemek yerken olup biteni izliyordu.
“Komutanım, kayıt cihazı gerçekten Rong Yan’a ait olmayabilir,” dedi.
Ama eğer öyleyse, neden onun cebinden düşmüştü?
Zhan Bei Tian ona kısa bir bakış attıktan sonra sessizce yemeğini aldı ve Mu Yi Fan’ın yanına gitti.
Mu Yi Fan’ın bulunduğu masada insanlar ya epey uzak oturuyordu ya da göz göze gelmemek için başlarını eğmişti. O da bir gariplik olduğunu fark etti ama sebebini çözemedi.
Zhan Bei Tian karşısına oturunca hemen fısıldadı.
“Bugün bir tuhaflık var, insanlar garip davranıyor. Neler oluyor?”
“Bir şey yok, çabuk ye.”
Zhan Bei Tian onun kasesine bir parça et koydu.
Mu Yi Fan, çevredeki insanların bakmadığını fark edince hızla yemeğini bitirdi.
Yemekten sonra Zhan Bei Tian onu odasına bıraktıktan sonra doğruca Xiang Guo’nun odasına indi. Xiang Guo onu görünce hemen sandalyesini çekti.
“Buyur komutanım.”
Zhan Bei Tian hiç dolandırmadan konuya girdi.
“Olanları bir daha anlat.”
Kantinde konuşmak için ortam uygun değildi, bu yüzden şimdi devam etme zamanıydı. Xiang Guo yatağın ucuna oturup anlatmaya başladı.
“Kamptan çıkanlar zombiler tarafından öldürülmüş, ama onları öldüren zombi bilinçli. Yani hareketleri yavaş değil, topallamıyor, hatta insan eti arzusunu bastırabiliyor. Normal bir insan gibi davranıyor. Bu tür zombilere ‘ileri seviye zombi’ deniyor. İleri seviye zombilerle insanlar arasındaki fark, yüzleri ve dudakları soluk, gözleri simsiyah, göz bebeklerinin çevresi kırmızı halkalarla çevrili ve tırnakları simsiyah. Bu tırnaklar, onları ayırt edebildiğimiz en belirgin özellik. Duyduklarım bu kadar komutanım.”
Zhan Bei Tian gözlerini kıstı, tek kelime etmedi.
Xiang Guo biraz duraksadıktan sonra çekinerek sordu.
“Komutanım, Mu Yi Fan… acaba…”
Zhan Bei Tian ona buz gibi baktı.
Xiang Guo hemen sustu.
Kantindeki kaydı dinledikten sonra onun da kafası karışmıştı. Zira tarif edilen ileri seviye zombi özelliklerinin hepsi Mu Yi Fan’da vardı. Başta onun solgunluğunu kemik kanserine, göz altı morluklarını uykusuzluğa yormuştu ama şimdi düşündükçe… belki de gerçekten zombiydi.
Üstelik Mu Yi Fan genellikle eldiven takıyordu.
Tam o sırada Zhan Bei Tian aniden yerinden kalktı ve odadan çıktı.
“Komutanım…”
Xiang Guo peşinden gitmek istedi ama sonra durdu. ‘Komutanım benden çok daha zeki. Eğer ben bir şey fark ettiysem, o çoktan görmüştür.’ Diye düşündü.
Zhan Bei Tian tam kaldıkları kata dönerken alt kattan koşarak gelen ayak seslerini duydu. Aşağıya baktığında Zheng Guo Zong’un nefes nefese yukarı çıktığını gördü. Gözlerinde bir anlık şüphe belirdi.
Bu saatte doktorun doğu çitlerinde olması gerekirdi, orada yiyecekler vardı. Ne olmuştu da birden dönmüştü?
“Doktor Zheng, neden döndünüz?”
Zheng Guo Zong, Zhan Bei Tian’ın sesini duyunca başını kaldırdı. Onu görünce hemen telaşla konuşmaya başladı.
“Zhan… General Zhan… şey… çok kötü bir şey oldu.”
“Dur, panik yapma. Sakince anlat.”
Zhan Bei Tian, dengesi bozulmuş doktora destek oldu. Yanında Mu Qing Tian’ı göremeyince endişeyle sordu.
“Çocuğuma bir şey mi oldu?”
Zheng Guo Zong hemen yanıtladı.
“Çocuk… çocuk aşağıda. Ona bir şey olmadı.”
Zhan Bei Tian çocuğu odaya bıraktıktan sonra doktor anlatmaya devam etti.
“Az önce doğu ucunda bir anons duydum -hayır, anons değil, radyodan gelen bir yayındı. Ve… ses kayıtlarında Mu Mu ve Bay Zhuang’ın konuşmaları vardı. En kötüsü… Bay Zhuang, Mu Mu’ya bir zombi olup olmadığını sordu… ve Mu Mu bunu kabul etti. Şu anda doğu tarafındaki herkes bunu biliyor.”
Zhan Bei Tian’ın yüzü bir anda değişti. Hemen kapıyı kapattı, ardından eski kayıt cihazını çıkarıp, Zheng Guo Zong’a dinletti.
“Radyoda duyduğun konuşma bu muydu?”
Zheng Guo Zong birkaç saniye dinledikten sonra heyecanla başını salladı.
“Evet, evet! Aynen bu! Buydu!”
Yorum