Çevirmen: Khentimentiu
Sonraki birkaç gün boyunca, Mu Yi Fan tamamen dalgındı.
Erzak ararken bile aklı başında değildi. Xiang Guo ona pirinç dolu kovaları taşımasını söylediğinde, o gidip sadece bir kovanın kapağını alıp geri döndü. Sonra da o kova kapağını alıp apartmandaki odasına döndü ve yatağın üzerine oturup öylece dalgın dalgın oturmaya devam etti.
Aslında bu küçük bir şeydi, esas sinir bozucu olan, mutant bitkiyle karşılaştığında kıpırdamaması ve aniden mutant bitkinin yanına doğru düşmesiydi.
Eğer Sun Zi Hao onu oradan hızla çekip çıkarmasaydı, belki de şimdi mutant bitkinin yemeği olmuştu. Sun Zi Hao öyle sinirlendi ki, neredeyse silahını çıkarıp Mu Yi Fan’ın kafasına sıkacaktı.
“Mu Yi Fan, eğer öleceksen benden uzakta öl, başıma iş açma. Benim gözetimimde ölürsen, patrona nasıl açıklayacağım ha?”
Mu Yi Fan geriye dönüp bir bakış attı ve hemen özür diledi.
“Üzgünüm, bir daha asla olmayacak.”
Sun Zi Hao onun yüzündeki samimi ve pişman ifadeyi görünce daha da sinirlendi.
“Pekâlâ, bir dahakine daha dikkatli ol. Unutma, erzak aramaya çıktığımızda mutlaka tetikte olmamız gerekiyor. Bu sefer seni ben kurtardım ama bir dahaki sefere o kadar şanslı olmayabilirsin.”
“Evet, evet,”
Mu Yi Fan başını hızla salladı. Ama ardından gözlerinde kısa bir şüphe parladı.
Dalgın olsa da, mutant bitki saldırdığı anda, birinin onu sertçe iteklediğini ve bu yüzden mutant bitkinin yanına düştüğünü açıkça hatırlıyordu.
Tabii, belki biri kazara çarpmış da olabilirdi.
“Mu bey, iyi misiniz?”
Mu Yi Fan arkasını döndü ve Zhang Le’nin endişeli bakışlarla ona baktığını gördü.
“İyiyim, bir şey yok.”
Sun Zi Hao, Mutant bitkilerin çok fazla ve saldırgan olduğunu görünce bağırdı.
“Herkes geri çekilsin!”
“Anlaşıldı!”
Herkes az miktarda erzakla birlikte büyük kamyona bindi. Apartman kompleksine döner dönmez, Sun Zi Hao doğruca Zhan Bei Tian’a gitti. Onu görür görmez hemen konuştu.
“Patron, bence Mu Yi Fan birkaç gün görevlerde yer almamalı.”
Zhan Bei Tian, Mao Yu ile konuşuyordu, ancak bu sözleri duyunca hemen durdu ve kaşlarını kaldırarak sordu.
“Ne oldu?”
“Bu aralar çok dalgın. Ona su taşımasını söyledim, başkasının tek kullanımlık bardağını getirdi. Ona bir çanta verdim ve içine yiyecek koymasını söyledim ama boş çantayı geri getirdi. Bunlar neyse de, en sinir bozucu olan, mutant bitkiyle karşılaştığında hareketsiz kalmasıydı. Hızlı olmasaydım, şimdi ölüsünü gömüyor olabilirdik.”
Zhan Bei Tian bu sözleri duyunca yüzü asıldı.
“Diğerleri? Onlar iyi mi şimdi?” diye sordu Mao Yu.
“İyiler, o muhtemelen şu an odasında dinleniyor.”
Zhan Bei Tian biraz rahatladı ve Sun Zi Hao’ya sordu.
“Takımınızın son durumu nasıl? Kritik anlarda tepki verebiliyor musunuz?”
“Şu an herkes kendi yeteneklerine alıştı, mevcut yaşam koşullarına da uyum sağladılar. En ufak bir hareketlilikte ya da garip bir şey olduğunda hemen tepki verebiliyorlar. Tabii bazıları sıradan insan, onların alışması biraz zaman alıyor.”
“Peki Mu Yi Fan’ın performansı nasıl?”
Sun Zi Hao sessiz kaldı. Zhan Bei Tian kaşlarını kaldırdı.
“Neden konuşmuyorsun? Onunla ilgili ne oldu?”
Sun Zi Hao hemen başını salladı.
“Bir sorun yok, sadece patronun neden onu sorduğunu merak ettim.”
“Bir şey yok.”
Sun Zi Hao biraz mahcup şekilde, “Malzeme taşırken çok istekliydi.” dedi.
“…”
Mao Yu merakla sordu.
“Zombi falan öldürdü mü hiç?”
Sun Zi Hao kısık sesle cevap verdi.
“Ne ben ne de Xiang Guo ona zombiyle savaşma görevi verdik.”
“…”
Bu yaklaşımı anlayabiliyordu. Asıl amaçları, Mu Yi Fan’ın tekrar savaşması değil, onu korumaktı.
“Mao Yu, aşağı in ve herkesi hazırla, iki gün içinde K Şehri’nden ayrılıyoruz.”
“Bu kadar erken mi ayrılıyoruz? Ama daha eğitimimiz tam bitmedi.”
“Yürüyebiliyoruz, zombiyle savaşabiliyoruz, erzak toplayabiliyoruz. K Şehri’nde kalmak zorunda değiliz. Bir ay içinde B Şehri’ne dönmemiz en iyisi.”
“Tamamdır.”
Zhan Bei Tian Mao Yu’ya tekrar sordu.
“O mesele ne oldu? Wu Jing Heng, Rong Xue’yi izlemeye devam ediyor mu?”
“Evet, son günlerde yanına genç bir kadın geldi. Onun eski grup arkadaşı olduğunu söylemiş ama Xia Xiao Xiao bu kızı hiç görmediğini söylüyor.”
“Wu Jing Heng, bu genç kadının kim olduğunu öğrendi mi?”
“Soruşturdu, hayatta kalan biriymiş. Şüpheli bir durum yok. Her gelişinde Rong Xue’ye meyve ya da atıştırmalık bir şeyler getiriyor.”
“Gözlemeye devam edin.”
“Anlaşıldı. Şimdi diğerlerini haberdar edip ayrılışa hazırlayacağım.”
“Tamam.”
Mao Yu ve Sun Zi Hao ayrıldı. Zhan Bei Tian da salondan çıkıp Mu Yi Fan’ı aramaya koyuldu.
Mu Yi Fan yatakta sıkılmış şekilde bir zeka oyunu bulmacasına bakıyordu. Zhan Bei Tian’ı görünce hemen heyecanla onu yanına çağırdı ve bulmacayı birlikte tamamlamasını istedi.
Zhan Bei Tian onun eski neşesine döndüğünü görünce içi rahatladı. Aslında bugün yaptığı davranışlar yüzünden onu azarlamak istiyordu ama o gülümsemeyi görünce tüm kızgınlığını unuttu.
“Zhan Bei Tian, K Şehri’nden ne zaman ayrılıyoruz?” diye sordu Mu Yi Fan, bulmacayı tamamladıktan sonra.
“Niye durup dururken bunu soruyorsun?”
“Bir an önce B Şehri’ne dönmek istiyorum, babamı görmek istiyorum,” dedi Mu Yi Fan ve yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti. “Ona bir torun götürüp şok etmek istiyorum.”
Zhan Bei Tian onun gülümsemesinden etkilenip hafifçe dudaklarını yaladı.
“Ya baban sorarsa, ‘Bu çocuk neden sana hiç benzemiyor?’ diye, ne diyeceksin? Baban beni tanıyor, çocuğu görür görmez anlar onun senden olmadığını.”
Mu Yi Fan biraz mahcup bir şekilde düşündü.
“Sence öncesinde ona biraz tansiyon ilacı mı götürsem?”
Ciddi ciddi düşünüyordu, eğer çocuğun kendisinden olmadığını öğrenirse babasının bu şoku kaldıramayacağından korkuyordu.
Zhan Bei Tian gülümsemesini bastırmaya çalışarak ona baktı. Mu Yi Fan da onu ters ters süzdü.
“Ne gülüyorsun? Sen sanki benden iyi bir durumdasın! Benim babam ellilerinde, bu tür şeyleri kaldırabilir. Ya senin büyükbaban? Seksen yaşındadır herhalde. Hazırlıklı olmak için kalp ilaçlarını yanında bulundursan iyi edersin.”
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın kafasına vurmak istedi. Mu Yi Fan hemen başını çekti ve ciddi bir şekilde söyledi.
“Zhan Bei Tian, sana söylüyorum. Eğer Qing Tian’ın senin çocuğun olduğunu söylersen ve kendine rahat bir hayat kurmaya kalkarsan, yemin ederim seni rahat bırakmam.”
Lanet olsun!
Neredeyse iki ay boyunca karnında taşıdığı, doğurmak için canını dişine taktığı çocuk, başkasının çocuğu gibi gösterilirse içine sindiremezdi.
Zhan Bei Tian gülümseyerek ona baktı.
“Peki dedem sorarsa, bu çocuğu kiminle yaptığımı nasıl açıklayacağım?”
“Tabii ki benimle…”
Mu Yi Fan birden durdu.
Bu söylenemezdi. Eğer çocuğu kendisinin doğurduğu ortaya çıkarsa, işler karışırdı.
Ama bunu söylemezse de, kimse çocuğun onunla ilgili olduğuna inanmazdı. Soyadı Mu olsa bile, çocuk Zhan Bei Tian’a tıpatıp benzediği için herkes onun başka biriyle yaptığı çocuk olduğunu sanacaktı.
Bu düşünce Mu Yi Fan’ı ciddi şekilde rahatsız etti. Zhan Bei Tian onun üzgün yüzünü görünce elini kaldırıp başını okşadı.
“Fazla düşünme. B Şehri’ne dönünce tekrar düşünürüz bu konuyu. Şimdi aşağı inip bir şeyler yiyelim.”
Mu Yi Fan iç çekerek ayağa kalktı ve Zhan Bei Tian’la birlikte odadan çıktı.
Altıncı kata indiklerinde, Rong Xue’nin, omzunda annesinin eli, yanında Rong Yan ile birlikte odadan çıktıklarını gördüler. Rong anne, Zhan Bei Tian’ı görünce daha da kocaman bir gülümsemeyle ona doğru yürüdü ve Rong Yan’ı geçerken “General Zhan,” dedi.
Arkasında Rong Xue hemen bir adım geri çekildi. Zhan Bei Tian onları gördü, başını hafifçe eğip alçak sesle, “Aşağıda yemek var,” dedi.
Rong anne bir şey demek istedi ama Mu Yi Fan’ı görünce ne diyeceğini bilemedi, küçük kızının yaptıkları aklına geldi, bu yüzden hiçbir şey demeden iki kızıyla birlikte aşağı indi.
Yemekhaneye vardıklarında, dışarıdan dönen Xiang Guo ile karşılaştılar.
“Patron, büyük bir haberim var.”
“Ne oldu?”
“Yaşlı Li’den duydum, dışarı çıkan herkes zombiler tarafından öldürülüyormuş.”
Zhan Bei Tian’ın kaşları çatıldı.
“Yaşlı Li bu kişilerin kim olduğunu biliyor mu?”
“Hayır, bilmiyor. Ama söylenti aldı başını gitti.”
“Bu meseleyi yemekten sonra konuşuruz.”
“Tamam.”
İkili yemek salonuna girerken, Rong Yan’ın aniden sendelediğini ve cebinden bir şeyin düştüğünü gördüler. Arkasında yürüyen Rong Xue hemen eğilip aldı.
“Ablacığım, bir şey düşürdün. Aaa, bu bir ses kayıt cihazı değil mi? Bu sende ne arıyor ki?”
Rastgele bir düğmeye bastı ve cihazdan bir adamın sesi duyuldu.
“Yi Fan, sana bir şey sormam gereken bir şey var…”
Yorum