Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan odaya geri döndü ve yatağa uzandı.
Zhan Bei Tian’ı göreceğini düşündükçe içi içine sığmıyor, kalbi pır pır ediyor, bir türlü uyuyamıyordu. Yatakta sürekli bir o yana, bir bu yana döndü durdu.
Ama gökyüzü karardı, Zhan Bei Tian hâlâ odaya dönmemişti.
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın içten içe utandığını, bu yüzden hâlâ odaya dönmediğini düşündü.
İçinden derin bir oh çekti ve garip bir huzur kapladı içini.
Tam o sırada, kapının açılma sesi geldi, biri üzerini çıkartıyordu ve sonra da battaniyenin kaydırılma sesi duyuldu.
Mu Yi Fan, yarı uykulu şekilde, “Zhan Bei Tian dönmüş galiba,” diye geçirdi içinden.
Ha?
Zhan Bei Tian dönmüş müydü?!
Mu Yi Fan hemen gözlerini açtı ve başını çevirdi.
Yüksek seviye bir zombiye dönüştüğü için midir bilinmez, karanlıkta Zhan Bei Tian’ın o güzelim yüzünü net bir şekilde görebiliyordu.
O bakış açısından, adamın uzun kirpikleri daha da dikkat çekiyor, dudaklarının o soğuk ama çekici hali keskin hatlı yüzüne karizma katıyordu. Sanki uyuyan bir kral gibiydi, duruşu bile heybetliydi.
Mu Yi Fan sessizce ona yaklaştı. Biraz daha yaklaşmak istiyordu, yüzünü daha net görebilmek için.
Ama Zhan Bei Tian’ın yakışıklı yüzüne yaklaşır yaklaşmaz, kalbi bir anda deliler gibi çarpmaya başladı, hatta ses çıkartıyordu.
Mu Yi Fan hemen göğsünü tuttu ve fısıldadı.
“Yeter artık, çarpma durduk yere!”
Zheng Guo Zong, Zhan Bei Tian’dan hoşlandığını söylemişti. Ama bu Zhan Bei Tian, bildiği romandakiyle birebir aynıydı, sadece yeniden doğmuştu o kadar. Soğukluğu da birebir aynıydı.
Ee, şimdi… Kitaptaki başrolü sevmişse, bu aslında gerçek hayattaki Zhan Bei Tian’ı da sevdiği anlamına gelmiyor muydu?
Ne kadar düşünse de… Saçmaydı be!
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’a bir süre baktıktan sonra uykuya daldı.
Ama o uyuyunca, yanında yatan adam gözlerini açtı. Yavaşça dönüp ona baktı. Sonra usulca kolunu çekip Mu Yi Fan’ı sarılarak uyumaya devam etti.
O gece Mu Yi Fan bir rüya gördü.
Bir düğün salonunda belirdi. Üzerinde beyaz bir takım elbise vardı, pek de yakışıklıydı.
Kırmızı halının iki yanındaki sıralarda dostlar, akrabalar oturuyordu. Herkesin yüzü gülüyor, ağız dolusu mutluluklar diliyordu. Derken bir alkış tufanı koptu ve biri bağırdı.
“Gelin geliyor!”
Hemen arkasına döndü. Orta yaşlı bir adam, yanında uzun beyaz gelinlik giymiş bir kadınla ona doğru yürüyordu.
Mu Yi Fan dikkatlice baktı. Bu… Bu kadın, Rong Yan değil miydi? Yani kadın başrol?
Zaten başlı başına güzel olan Rong Yan, gelinlikle adeta bir melek gibiydi. Gözlerini alamıyordu.
Mu Yi Fan ona bakakaldı, sonra karşısına geçip hafifçe gülümsedi. O gülümseme tam bir “şehir efsanesi” gibiydi. Ardından istemsizce sordu.
“Evlenecek misin benimle?”
Rong Yan gülümsedi ama hiçbir şey demedi.
Mu Yi Fan etrafına baktı, sadece genç bir adam vardı, ona döndü.
“Sen benimle…”
Daha cümleyi bitirememişti ki bir bağırış daha duyuldu.
“Damat geliyor! Damat geliyor!”
Mu Yi Fan hemen döndü ve… Zhan Bei Tian’ı gördü!
Simsiyah takım elbise içinde ağır ağır, sanki podyumdaymış gibi yürüyordu. O kadar yakışıklıydı ki, insanın içi buz keserdi.
Mu Yi Fan dişlerini sıktı, sinirle baktı ona. Ama Zhan Bei Tian onu görmüyormuş gibi davrandı ve gidip Rong Yan’ın elini tuttu.
Rong Yan’ın yanındaki adam gözyaşlarıyla konuştu.
“Kızımı sana emanet ediyorum.”
Mu Yi Fan bir anlık boşluk yaşadı, sonra hemen atıldı.
“Durun hele bir!”
Zhan Bei Tian ve Rong Yan ona döndü.
Mu Yi Fan ne olduğunu anlayamasa da sordu.
“Gerçekten evlenecek misiniz?”
Bunu düşünmek bile içini yakıyordu.
Zhan Bei Tian sadece baktı, tek kelime etmedi.
Rong Yan ise gülümseyerek cevapladı.
“Evet, evleniyoruz.”
Mu Yi Fan inanamaz halde Rong Yan’a, sonra Zhan Bei Tian’a baktı, kafasını salladı.
“Bu imkânsız. Evlilik falan yok! Bei Tian, hadi söyle, bu bir şaka değil mi?”
Rong Yan hafifçe başını eğerek devam etti.
“Mu bey, biz gerçekten evleniyoruz. Lütfen bizim adımıza mutlu olun.”
Mu Yi Fan birden başını ona çevirdi, içinden bir yumruk atma isteği yükseldi ve… gerçekten de attı!
“Tebrik ederim!”
Rong Yan çığlık attı, Mu Yi Fan bir yumruk daha salladı ve kadın yere düştü.
Ama kendisi bile neden böyle yaptığını anlamadan, ayağını kaldırıp kadına tekmeyi bastı.
“Kim dedi sana benim adamımı çalabilirsin diye! Kim dedi sana Zhan Bei Tian’ı kapabileceğini! Bakalım şimdi çalabiliyor musun!”
Gitgide daha da hiddetlendi.
Sonra kulağının dibinde Zhan Bei Tian’ın sesi duyuldu.
“Mu Mu, uyan! Mu Mu, uyan!”
Mu Yi Fan kafasını çevirip yanına baktığında Zhan Bei Tian’a göz göze geldi ama adam hiç konuşmuyordu. Ses, kulağının içindeydi. Zhan Bei Tian endişeyle bakıyordu.
“Bei Tian?” diye mırıldandı.
Zhan Bei Tian derin bir nefes verdi.
“Kâbus mu gördün sen?”
Uyurken Mu Yi Fan’ın bir şeyler mırıldandığını duymuş ama ne dediğini anlayamamıştı.
“Kâbus mu?”
Mu Yi Fan tamamen uyandı, rüyasını hatırlayınca suratını buruşturdu ve sinirle söylendi.
“Nasıl olur ya, ben ona yumruk atacağıma sana atmalıydım!”
Bir de rüyasında “Kim dedi sana benim adamımı çalabilirsin diye!” diye bağırmıştı!
Allah’ım!
Nasıl böyle rezil bir şey der insan rüyasında! Zhan Bei Tian’ı kendi adamı gibi görmüştü resmen!
Mu Yi Fan kendi kendine düşündü.
Kesin, kesin bu Zheng Guo Zong’un beynime ‘senin adamın’ lafını 15 kere kazımasındandır. Başka açıklaması yok.
“…”
Bu ne ara rüyaya dönüştü be?
Mu Yi Fan sırtını döndü.
“Hayır hayır, ben bu rüyayı baştan yazacağım. Dokunma bana.”
“…”
Mu Yi Fan hemen gözlerini kapattı ve tekrar uyumaya başladı, rüyasının devamını görmek ister gibi…
Yerde yatan geline baktı, hemen ayağını çekti, panik halde kadını kaldırdı.
“Pardon, pardon! Vallahi bilerek tekmelemedim.”
Ama gelin hiçbir şey demedi, kafasını kaldırdığında… Yüzü bir anda değişti.
Rong Xue olmuştu!
Mu Yi Fan irkilip elini çekti.
“Rong Xue?! Senin burada ne işin var?”
Rong Xue zarifçe gülümsedi, sonra tatlı bir sesle seslendi.
“Mu Mu, buraya gel.”
Mu Yi Fan şaşkınca baktı, Rong Xue’nin tavırları bir anda değişmişti, sanki… sanki öz ablası Mu Yi Xue gibi davranıyordu.
Şüpheyle sordu.
“Abla?”
Mu Yi Xue başını salladı, geldi ve elini tuttu.
“Mu Mu, ben Bei Tian’ı on yıldır seviyorum. Nihayet bugünü görebildim. Ne olur… mutluluğumu benden alma olur mu?”
Mu Yi Fan onun gözlerindeki yalvarışı görünce bir anlık başını sallayacak gibi oldu.
Ama o an Zhan Bei Tian yeniden belirdi. Yine hiçbir şey demedi, sadece ona bakıyordu.
Mu Yi Fan bir anda kafasını salladı.
“Hayır, Bei Tian’ı sana veremem.”
Mu Yi Xue hemen atıldı, gözleri öfke ve kırgınlıkla doluydu.
“Neden? Zaten onu sevmiyorsun ki! O zaman neden istiyorsun? Neden benimle Bei Tian’ın arasına giriyorsun?!”
Mu Yi Fan ne cevap vereceğini bilemedi. Sadece başını sallayıp durdu, ama Bei Tian’ı vermek istemiyordu.
Mu Yi Xue bağırarak üzerine yürüdü.
“Mu Yi Fan! Bu kadar bencil olma! Eğer Bei Tian’ı sevmiyorsan, bırak da gitsin, yeni mutluluğunu bulsun!”
Mu Yi Fan öyle bir sarsıldı ki, nefes alamadı.
Tören salonundaki herkes ayağa kalkmış, ona öfkeyle bakıyordu. Annesi babası bile hayal kırıklığı içindeydi.
Mu Yi Fan bir anda herkesin onu ittiğini gördü, panikle Mu Yi Xue’nin elini tuttu, geri çekildi.
“Ben… ben onu sevmiyorum demedim ki!”
Tam o anda annesi ve babası koşa koşa yanına geldi ve acıyla bağırdılar.
“Mu Mu! Sen erkeksin! Kız kardeşinle aynı erkeğe mi aşık oldun?!”
İşte bu rüya, Mu Yi Fan’a gerçek bir travma sebebiydi.
Gözlerini bir anda açtı. Zhan Bei Tian başucunda, yine endişeli bir suratla ona bakıyordu.
Zhan Bei Tian kaşlarını çattı ve buz gibi sesiyle sordu.
“Ne haltlar görüyorsun sen rüyanda?!”
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın yüzüne baktı, hem utanmış, hem bozulmuş halde inledi.
“Zhan Bei Tian… sen tam bir baş belâsısın.”
Çünkü rüyasında iki kadınla aynı adam için kavga etmişti. O adam da Zhan Bei Tian’dı…
Ve en kötüsü?
Son cümlede “Ben onu sevmiyorum demedim ki!” diyerek… resmen sevdiğini kabul etmişti.
[Çevirmen notu: O kadar çok güldüm ki bu bölümü çevirirken şu an yanaklarım ağrıyor, Mu Yi Fan kabul et artık ya seviyorsun işte!]
Yorum