Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan’ın aklı durmuş gibiydi, gözleri boşluğa bakıyor gibiydi ama, yakından gördüğü o yakışıklı surata kilitlenmişti. Bir anda ne yapacağını bilemez hâle geldi; tepkisiz, çaresiz ve tam anlamıyla kafası karışıktı.
Elindeki kristal çekirdeği bile yere düştü ama farkında bile değildi.
Ama Zhan Bei Tian’ın sıcak nefesinin yüzüne vurduğu çok netti. Kalbi bir anda çılgın gibi atmaya başladı, sanki içinden geyik sürüsü geçmiş gibi: Hem deli gibi hem de çok gürültülü.
Zhan Bei Tian öyle çok da ileri gitmedi aslında. Sadece şöyle bir hevesle dokunur gibi, dudaklarını Mu Yi Fan’ın dudaklarına çok hafifçe sürttü. Hareketi inanılmaz nazikti.
Çevredeki insanlar daha ne olduğunu anlamadan Mu Yi Fan’ı bıraktı, onun o salak surat ifadesine baktı ve gözlerinde hafif muzur bir gülümseme belirdi.
Sonra eğilip yere düşen kristali aldı, Mu Yi Fan’ın elini tuttu ve onu çekip geçici ticaret alanından uzaklaştırdı.
Mu Yi Fan hâlâ olayın şokundaydı, uzun süre kendine gelemedi. Kafasında tek bir soru dönüp duruyordu: Zhan Bei Tian gerçekten onu öpmüş müydü?!
“Yok artık… Adam zehir mi yuttu, ilaçları mı karıştı? Erkek erkeği öper mi? Hem de düşmanını?”
Sonra kendi kendine bir teori uydurdu, “Belki de aslında alnımı öpecekti, ben tam o sırada kafamı kaldırınca yanlışlıkla dudağıma denk geldi?”
Ama kimse onu bu yalanla kandıramazdı. Ne olduğunu biliyordu. Kalbi hâlâ yarıştaymış gibi atıyordu.
Apartman binasına dönene kadar olan biteni idrak edemedi. Zhan Bei Tian Mao Yu’ya durumu anlatırken, o da jet hızıyla Zheng Guo Zong’un odasına koştu ve kapıyı bir hışımla açıp çarptı.
İçeride Zheng Guo Zong ve küçük Mu Qing Tian vardı. Adam kapının o şiddetle çarpmasına afalladı.
“Ne oldu?! Ne oldu?! Zombiler mi bastı?!”
Mu Yi Fan kendini yatağa attı, bir anda ağlamaklı oldu ve yüzünü buruşturarak Zheng Guo Zong’a döndü.
“Şarlatan!”
Zheng Guo Zong, halini görünce endişelendi.
“Bir şey mi oldu? Yoksa biri sana bulaştı mı?”
Mu Qing Tian da hemen babasının bacağına sarıldı, sevimli kafasını çevirerek sordu.
“Babacığım, biri sana kötü mü davrandı? Ben ona gününü gösteririm!”
Mu Yi Fan, küçük oğlunun minik suratına bakınca… bir anda aklına Zhan Bei Tian geldi. Ve elbette öpücük sahnesi!
Kalp? Yeniden çılgın gibi atmaya başladı.
Hemen yatağa gömüldü, yorganı başına çekti.
Zheng Guo Zong yorganın üstüne vurdu.
“Yahu bir şey söyle! Konuşmazsan biz nereden bileceğiz başına ne geldi?! Bizi meraktan çatlatacaksın!”
Mu Yi Fan, duygularını biraz yatıştırınca yorganın köşesinden tek gözünü çıkarıp Zheng Guo Zong’a baktı. Sanki bir şey itiraf edecekmiş gibi utangaç ve mahcuptu. Fısıltıyla konuştu.
“Az önce Bei Tian dudaklarımdan öptü…”
Zheng Guo Zong ve Mu Qing Tian hiçbir şey duymamıştı, çünkü sesi karınca gibi çıkmıştı.
Mu Yi Fan tekrar etti ama bu da çok sessizdi. Adam gerçekten söylemekte zorlanıyordu, çünkü içine gömülmek istiyordu.
Zheng Guo Zong öfkelendi.
“Yahu ne mırıldanıyorsun? Gün boyu bir şey yemedin herhâlde, sesin çıkmıyor!”
“…”
Gerçekten de birkaç gündür düzgün yemek yememişti.
Zheng Guo Zong sinirden patlamak üzereydi.
“Bak vallahi şu an söylemezsen, bir gün gelip anlatmak istediğinde de o zaman da ben dinlemem. Canımı sıkma, söyle şunu artık!”
En başta çok endişeliydi ama durumun o kadar ciddi olmadığını anladığında, biraz rahatladı.
Mu Yi Fan’ın içi içine sığmıyordu. Gerçekten birine anlatmak istiyordu. Sonunda sesini biraz yükselterek patladı.
“Az önce Bei Tian sokakta beni dudaklarımdan öptü!”
Zheng Guo Zong: “…”
Mu Qing Tian: “…”
Biri büyük, biri küçük, iki çift göz ona hayretle baka kaldı. Gözbebekleri sanki yerinden fırlayacak gibiydi.
Zheng Guo Zong birkaç derin nefes aldı, kendine “sinirlenmeyeceğim” diye telkin verdi. Ama sonunda dayanamadı, Mu Yi Fan’ın kafasına hafifçe vurdu.
“Ayy Allah’ım sen sabır ver! Ne bu böyle, resmen aşk şovu yapıyorsun! Başına bir şey geldi falan sandım! Meğer olay neymiş: ‘Aman efendim, sevgilim beni öpmüş!’”
Mu Yi Fan bir iç çekti ve kendini savundu.
“Ne aşkı ya! Ortalıkta milletin içinde beni öptü!”
Zheng Guo Zong kaşlarını kaldırdı.
“Aşk değilmiş ha? Çocuğun bile var senin, öpülünce utanıyorsun hâlâ!”
Mu Yi Fan yatağın üstünde hüsranla doğruldu.
“Doktor! Benim Bei Tian’la aramda öyle şeyler yok, yanlış anlıyorsun!”
Saçlarını karıştırarak söylendi.
“Boş ver, konuyu kapat…”
Zheng Guo Zong adamın hâlini görünce onu daha fazla zorlamadı ama yine de sordu.
“Peki, kocan… pardon, Bei Tian seni öptükten sonra başka bir şey oldu mu?”
Mu Yi Fan o “koca” kelimesini duymamış gibi yaptı. Bağdaş kurdu ve yavaşça konuştu.
“Öptü ya… o anda ağzımdan yanlış bir şey kaçırdım sanırım ama… ondan sonra…”
Göğsünü göstererek konuşmaya devam etti.
“Burada kalp diye bir şey var ya, hâlâ deliler gibi atıyor. Hatta, garip olan şu ki… bir erkek beni öptü diye iğrenmedim bile. Ne tiksindim, ne rahatsız oldum.”
Zheng Guo Zong’un ağzı seğirmeye başladı. Adam resmen ne olduğunu anlamıştı.
Zaten ne zaman Mu Yi Fan ile Zhan Bei Tian’ı yan yana görse “bunlar sevgili değiliz ayağı yapıyor” diye şüphelenirdi.
Mu Yi Fan birden doktorun eline sarıldı.
“Şarlatan, ben kesin hastayım! Hemen beni muayene et!”
Zheng Guo Zong elini çekti.
“Senin hastalığın kafanda. Ben hayatımda böyle saf biri görmedim ya! Soru: Daha önce birini sevdin mi?”
“Evet?” Mu Yi Fan başını hızla salladı. “Rong Yan vardı ya, onu seviyordum sanki?”
“O zaman,” dedi doktor, “birini sevince böyle kalp çarpıntısı yaşanır. Bu duygular, sevgi belirtileri.”
“Sevgi mi?” Mu Yi Fan hayretle bağırdı. “Yok artık! Ben daha önce de birilerini seviyordum, hiç böyle olmuyordu. Beni kandırıyor musun?!”
Zhan Bei Tian’ı mı seviyordu?
Olmaz! O da erkek! Erkek erkeğe olur mu hiç?! O gay falan değildi ki!
Zheng Guo Zong artık pes etti.
“Ben mi yalan söylüyorum?! Önceden sevmiyordun ama şimdi böyle diyorsun. Sen… of! Neyse! Konuşmayacağım, zamanla anlarsın.”
“Zaten çocuk da yapmışsınız, sevgiyi anlaman için çok da acelemiz yok.”
O da hep merak ediyordu zaten, eğer Mu Yi Fan bu adamı sevmiyorsa, niye çocuğunu doğurmuştu ki?
Mu Yi Fan artık doktorun laf kalabalığını dinlemek istemedi. Gözlerini yatağın ucundaki minik bebeğe kaydırdı. O an bir tuhaflık hissetti. Küçük yüz, ona Zhan Bei Tian’ı anımsattıkça eli ayağına dolandı.
O yüzü görmek bile utanmasına yetiyordu. Hemen yorganı aldı, küçük Mu Qing Tian’ın üstüne örttü.
Zheng Guo Zong hemen müdahale etti.
“Ne yapıyorsun sen?! Çocuğa niye sinirini kusuyorsun?!”
Mu Yi Fan mahcup bir şekilde söylendi.
“Sinirlenmedim, sadece… Qing Tian’ın yüzüne bakınca garip oluyorum. Yüzü Bei Tian’ın kopyası! Utanma geliyor.”
Mu Qing Tian: “…”
Zheng Guo Zong: “…”
Adam resmen “bana sabır verecek ilaç var mı” diye dua etmeye başladı.
Tam o sırada kapı çaldı.
Zheng Guo Zong, bu adam iyice saçmalamadan çocuğu kucağına aldı ve kapıyı açtı. Gelen Zhan Bei Tian’dı.
Adam sıkılmış bir sesle içeri seslendi.
“Seninki içeride panik modunda!”
Zhan Bei Tian durumu biliyordu. Üstüne fazla giderse ters tepeceğini anladı.
“Doktor Zheng, siz yemeğe çıkabilirsiniz.”
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ın sesini duyunca jet gibi yorganı kafasına geçirdi.
“Pekâlâ, gidiyorum,” dedi doktor.
Tam çocukla birlikte yemek için aşağı inecekti ki Zhan Bei Tian kolunu tuttu, başıyla içeri işaret etti. Sonra da basamakları inmeye başladı.
Zheng Guo Zong odaya dönüp yorganın altına seslendi.
“Mu Mu, biz yemeğe iniyoruz!”
Mu Yi Fan hemen karşılık verdi.
“Ben aç değilim, siz gidin!”
“Aç değilsin ama gelmek zorundasın, yoksa zombilik mevzun anlaşılır.”
Yorganı bir hışımla açtı ve Mu Yi Fan’ı yataktan çekip çıkardı.
Mu Yi Fan alnını ovuşturup ayakkabılarını giydi. Zheng Guo Zong’la birlikte aşağıya indi, yemek alanında Zhan Bei Tian’dan mümkün olduğunca uzak bir yere oturdu.
“Uzak durursam rezillik olmaz,” diye düşündü. Ama gözleri… Zhan Bei Tian’a kaçmaktan kendini alamıyordu.
Zhan Bei Tian birkaç kaşık yemek yedi ama Mu Yi Fan kafasında o sahneyi, dudaklarındaki o hissi bir türlü silip atamadı.
Yemeği bitirir bitirmez jet hızıyla yukarı kaçtı.
Zheng Guo Zong’un odasına girmek istedi ama doktor onu kapıdan itti.
Mecburen Zhan Bei Tian ile birlikte kaldığı odasına döndü.
Yorum