Çevirmen: Khentimentiu
Koridorda kimsecikler yoktu. Aşağı inen merdivenlerde de kimseyi görmemişti.
Mu Yi Fan, adamın camdan atlamış olabileceğini düşündü. Hemen çocuğu odaya geri aldı, pencere pervazına koştu ve aşağıya baktı.
Sokakta epey kalabalık vardı. Adam, kalabalığın içine karışmıştı. Şimdi bu kalabalıkta onu bulmak… samanlıkta iğne aramaktı resmen!
Mu Yi Fan, kalabalığın içinde göz gezdirdi, sonunda Zhan Bei Tian’a takıldı gözleri. O da oradaydı, Mao Yu’yla konuşuyordu.
Acaba az önceki adam Zhan Bei Tian olabilir miydi?
Ama dikkatle bakınca bu fikrinden vazgeçti. Çünkü Zhan Bei Tian’ın o telaşla aşağı inmiş gibi bir hali yoktu. Gayet sakindi.
Mu Yi Fan, çocuğa soru sorarken kapıyı kapatmadığı için kendine çok sinirlendi.
Ama sonra düşündü… Belki de az önceki kişi kapıda durup onları dinlememişti bile. Belki de başka bir odadan çıkıp merdivenlerden inen biriydi.
Bu düşünceyle biraz rahatladı. Diyelim ki biri dinledi, ne söylediklerini anlayacağını mı sanıyordu?
Aşağıdaki ortam ise tam bir matem havasındaydı.
İlk panikten sonra, herkes grubundaki birçok kişinin zombiye dönüştüğünü fark etti. Bu da çok fazla ölüm demekti.
Ölenler arasında dostlar, silah arkadaşları, hatta sevdikleri vardı. İnsan üzülmez mi?
Hele ki bugün tam biraz düzene girmeye başlamışlarken, bir anda üstlerine çöküvermişti bu acı. Haliyle kimsenin kabullenmeye gönlü yoktu.
Ama hayat, ne yaparsan yap devam ediyor işte.
Bu karamsarlık ortamı yaklaşık altı yedi gün sürdü. Büyük su birikintileri çekildikten sonra herkes, ölüleri küle çevirip gömdü. Her mezarın başına bir tahta çubuk dikildi, üstüne de ölenin ismi kazındı. Belki bir gün birileri gelir de ziyaret eder diye.
Cenazelerden sonra ekipler yeniden düzenlendi. Özel yeteneği olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrıldılar. Yeteneği olanlar, malzeme arama ekiplerine katılmak zorundaydı.
Yeteneği olmayanlar da isterlerse malzeme ekibiyle gelebilir, istemezlerse bulundukları yerde kalabilirlerdi. Kim nereye gideceğini kendi belirliyordu.
Her şey ayarlandıktan sonra ekip, köyden ayrılmaya karar verdi. Zaten bu köy ne zombi saldırılarına karşı koyabilirdi, ne de uzun süreli yaşama uygundu. Üstelik şehir de çok yakındı, büyük zombi saldırılarında ilk hedef orası olurdu.
Ama bu sefer, grup öyle sessizdi ki… Kimse konuşmuyordu. Önceki gibi değildi. O zamanlar, villa sitesindeyken herkes gülerdi, şakalaşırdı, şimdi suratlar beş karıştı.
Hazırlıklar tamamlanmış, araçlara binmek üzereyken, Zhan Bei Tian kalabalığa göz gezdirdi. Mu Yi Fan’ın hâlâ inmediğini görünce tekrar eve yöneldi.
Xiang Guo, Zhan Bei Tian’ın eve döndüğünü görünce, yanındaki Lu Lin, Mao Yu ve Sun Zi Hao’ya döndü.
“Mu Yi Fan yine çocuğu alıp kaçmasın? Valla bu sefer kaçarsa, patrona olan saygımı bir kenara bırakır, o bacaklarını kırarım, gör bak bir daha kaçabiliyor mu?”
Sun Zi Hao alayla güldü.
“Sen Mu Yi Fan’ın gitmesini istemiyor musun? Gitse daha iyi olmaz mı?”
“İyi olurdu ama patronun kalbi hâlâ onda be kardeşim. Geçen seferki olayı hatırla, adam neredeyse canını ortaya koydu aramak için.”
Xiang Guo’nun kafası karışıktı.
“Anlamıyorum yani. Mu Yi Fan yüzünden kaç kere başarısız olduk, canımızı zor kurtardık. Zhang Yue bile onun yüzünden öldü. Patron her sene gidip mezarına çiçek bırakıyor ama şimdi sanki her şeyi unutmuş gibi. Mu Yi Fan’a iyi davranıyor. Halbuki…”
“Öhöm!” Mao Yu birden öksürmeye başladı. Xiang Guo’nun lafını yarıda kesti. Ardından önlerindeki kadına göz ucuyla bakıp bağırdı.
“Sen orda ne yapıyorsun?”
Xiang Guo, Lu Lin ve Sun Zi Hao başlarını çevirdi, gelenin Rong Xue olduğunu görünce hemen sustular.
Herkes biliyordu ki Rong Xue, patronun ilgisini çekmeye çalışıyordu. Başlarda tutsak gibi davranılsa da sonradan işler değişmişti. Evine kadar götürülmüştü ve ortalık sessizleşmişti. Kimse onu fazla ciddiye almıyordu artık.
Rong Xue kibarca gülümsedi.
“Rahatsız ettim. Sadece haber vermeye geldim, bizimkiler eşyaları kamyona yükledi, gitmeye hazırız.”
“Biliyoruz.”
Kadın cevap alamayınca yüzü düştü ve oradan uzaklaştı.
Sun Zi Hao burnundan soluyarak homurdandı.
“Bu kadın da ayrı bir olay.”
Xiang Guo omuz silkti.
“Yani, bizim işimize karışmazsa ben de karışmam. Ama kardeşi iyi biri. Şimdi herkes patronun kız arkadaşı o diyor. patron da ona iyi davranıyor. Zaten kıyamet kopmadan önce, onu ve annesini özel askerle korutmuştu. Belki de patron ona abayı yaktı.”
Mao Yu kaşlarını çattı.
“Olanları çarpıtma, patron duymasın sonra.”
Xiang Guo alay etti.
“Duyarsa duysun, Mu Yi Fan yerine bu kadınla olsun daha iyi.”
Sun Zi Hao sırıttı.
“Boş hayal kurma. Unutma, Patronla Mu Yi Fan’ın arasında artık bir çocuk var.”
Lu Lin araya girdi.
“Ya bir şey fark ettiniz mi? Mu Yi Fan sanki eskisinden farklı değil mi?”
Xiang Guo bağırdı.
“Sen de onu seni bir kere kurtardı diye hemen savunmaya mı başladın? Ne yaparsa yapsın, önceki hatalarını telafi edemez.”
Lu Lin kaşlarını çattı.
“Sakin ol yahu, sadece bir gözlemimi söyledim. Düşünsene, gerçekten eski Mu Yi Fan gibi mi?”
Sun Zi Hao mırıldandı.
“Valla evet, çok farklı. Eskiden hep soğuktu, kimseyle konuşmazdı, ne anlatırsak anlatalım yüzü taş gibiydi. Şimdiki hâli daha insancıl. Eski surat olmasa, ‘başkası bu’ derdim.”
Mao Yu da onayladı.
“Bana da öyle geliyor.”
Lu Lin devam etti.
“Siz bilmiyorsunuz ama o son pirinç deposu olayında, ona silah attım, adam emniyeti bile açmadan zombi vuracaktı! Yani bu adam nasıl eski bir özel kuvvet mensubu olabilir? Silahı yeni görmüş gibiydi.”
Xiang Guo burun kıvırdı.
“Rol yapıyordur.”
Lu Lin başını salladı.
“Bu öyle kılık değiştirmek gibi değil ki, savaşta kimse rol yapmaz. Ve eskiden o kadar kibirliydi ki, bizim önümüzde niye kendini küçük düşürsün?”
Xiang Guo sustu. İçten içe o da Mu Yi Fan’daki bu değişikliği fark etmişti.
Tam o anda, binadan bir çığlık duyuldu.
“Ahh! Gitmeyeceğim!”
Herkes yukarı baktı. Mu Yi Fan pencereye yapışmış, gitmemek için direniyordu.
Zhan Bei Tian ise sinirliydi.
***
“Niye gitmek istemiyorsun ha?”
Mu Yi Fan, aşağıda duran Xiang Guo’ya baktı ve fısıldadı.
“Bunca yetenekli insan var, zombi olduğumu anlarlar, sonra beni oracıkta öldürürler!”
“Sen bu yüzden mi panik yapıyorsun?” Zhan Bei Tian’ın alnındaki damarlar atmaya başlamıştı.
“Evet!” dedi Mu Yi Fan yüzünde panik bir ifade ile.
“Eğer zombi olduğunu anlamazlarsa, gelir misin?”
Mu Yi Fan gözlerini kısarak baktı.
“Saklayabileceğin bir yolun var mı?”
“Rahat ol, anlayamazlar. Anlasalar bile sana dokundurtmam.”
Zhan Bei Tian aslında Mu Yi Fan’ın çekirdek enerjiyi emdiği için artık yeteneklilerin onu zombi olarak hissedemediğini biliyordu ama anlatmak istemedi.
Mu Yi Fan hâlâ inanmıyordu.
“Ciddi misin?”
Zhan Bei Tian cevap bile vermedi, doğrudan onu kapıdan dışarı çekti. Kapıda onları izleyen yaşlı adam ve çocuk vardı. Dönüp Zheng Guo Zong ve Mu Qing Tian’a seslendi.
“Geliyoruz.”
Zheng Guo Zong çocuğu kucaklayıp güldü.
“Bak oğlum, babaların ne güzel anlaşıyorlar.”
“…”
Zhan Bei Tian Mu Yi Fan’ı aldı, onu resmen bir çuval gibi sırtlayıp cipin arka koltuğuna attı.
“Arabaları çalıştırın!”
Yorum