Çevirmen: Khentimentiu
Sun Zi Hao’nun odasına girdiklerinde, adamın yatakta kıvranarak yattığını, sanki kabus görüyormuş gibi tuhaf tuhaf inlediğini, yüzünün pancar gibi kızardığını ve adeta kendini kaybetmiş gibi davrandığını gördüler.
Mu Yi Fan, Zhan Bei Tian’ı yatağa kadar takip etti. Merakına yenik düştü, Sun Zi Hao’nun yüzüne elini uzattı ve parmağını hafifçe değdirdi.
Eldiven olmasına rağmen karşı taraftan yükselen ateşi hissetmemesi mümkün değildi.
Tam o anda, bir bakış omuzlarına saplandı.
Mu Yi Fan elini hızla çekti. Başını kaldırınca Zhan Bei Tian’ın gözlerini kısmış, yüzünde hoşnutsuzlukla kendisine dik dik baktığını gördü.
Zhan Bei Tian hafifçe gözlerini devirdi.
“Başkasının yüzünü ellemeyi bırakır mısın?”
“…”
Mu Yi Fan kendi kendine söylendi.
“Hepimiz erkeğiz. Ne var yani, adamın yanağına dokundum diye…”
“…”
Sun Zi Hao içinden, “Tamam da patron, ama şu an kıskanma sırası değil ki!” dedi.
Zhan Bei Tian, Sun Zi Hao’ya döndü.
“Bu gayet normal bir durum. Eğer bunu atlatabilirse, kurtulur.”
Xiang Guo hâlâ endişeliydi.
“Atlatırsa… şey… yani… acaba zombiye mi dönüşüyor?”
Fakat lafın devamında odada Mu Yi Fan olduğunu hatırladı ve hemen sustu.
Mu Yi Fan, Xiang Guo’nun “zombiye mi dönüşüyor?” derken demek istediğini anladı ve istemsizce Zhan Bei Tian’a göz ucuyla baktı.
Aslında orijinal hikâyede erkek ana karakter, Xiang Guo, Sun Zi Hao, Mao Yu ve Lu Lin gibi herkes güç kazanıyordu, zombi filan olmuyorlardı. Ama şimdi hikâye bambaşka bir rotaya girdiği için Sun Zi Hao’nun başına ne geleceği belirsizdi.
Zhan Bei Tian gayet sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Merak etme, atlatacak.”
Onun bu sade ama net ifadesi odaya bir anda huzur yaydı. Xiang Guo da derin bir nefes alıp, “Ohh çok şükür” diyecek gibi oldu ama…
Pat diye devrildi.
Zhan Bei Tian çevik bir şekilde Xiang Guo’yu havada yakaladı, yoksa adam direkt yere yapışacaktı.
Xiang Guo’nun yüzü solgundu, dudakları titredi.
“Patron… galiba ateşim çıktı…”
Ve son sözcüğünden sonra bayıldı.
“…”
Mu Yi Fan içinden, “Eğer bir insanın ateşi çıkıp bayılıyorsa… ya süper güç kazanacak… ya da… zombiye dönüşecek. Ortası yok.” Diye geçirdi.
Zhan Bei Tian hemen Xiang Guo’yu alıp Sun Zi Hao’nun yanına yatırdı ve üzerlerini örttü.
“Hadi, çıkalım buradan.”
Mu Yi Fan biraz şaşkındı.
“Onlar için endişelenmiyor musun?”
Zhan Bei Tian başını salladı.
“Hayır.”
Sonra lider edasıyla dışarı çıktı.
Tam kapıdan çıkar çıkmaz birisi nefes nefese koşup bağırdı.
“General Zhan! Acil yardım lazım! Bir şey oldu!”
Mu Yi Fan hemen tanıdı sesi. Bu şarlatan doktordu. O da Zhan Bei Tian’ın arkasından hemen odadan çıktı.
“Ne oldu şarlatan doktor? Ne bu telaş?”
Zheng Guo Zong alnından akan teri sildi.
“Mao Yu ile Lu Lin… biraz önce yanımdaydılar, sohbet ediyorduk… ama bir anda pat diye bayıldılar! Uyandıramıyorum! Vücutları alev gibi! En az kırk derece var, belki daha da fazla. Bu köyde ateş düşürücü var mı bilmiyorum ama hemen bulunmalı!
Mu Yi Fan bir an duraksadı.
“Peki neden senin başına bir şey gelmedi?”
Zheng Guo Zong kaşlarını çattı.
“Ulan tavşan! “Sen de bayılsaydın” mı demek istiyorsun?”
Mu Yi Fan sırıttı.
“Yok ya… o anlamda demedim.”
Aslında içten içe, “Keşke Doktor da güç kazansa, kendini koruyabilse,” diye düşünüyordu. Ama anlaşılan hikâye hâlâ bazı noktalarda orijinal çizgiden gidiyordu. Doktor hâlâ sıradan bir insandı.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’a döndü.
“Bu normal. Endişelenme. Dr. Zheng, sizin herhangi bir fiziksel rahatsızlığınız var mı?”
Zheng Guo Zong başını iki yana salladı.
“Yok, ben her zamanki gibiyim.”
“O zaman birkaç gün bizimle aynı odada kalın. Mao Yu’dan bulaşabilecek bir şey olursa, yalnız olmayın.”
Mu Yi Fan bu planın altında yatan şeyi anlamıştı.
Zhan Bei Tian, Mao Yu zombiye dönüşürse Doktor zarar görmesin diye onu yanına alıyordu.
Zheng Guo Zong ise bu fikre hemen karşı çıktı.
“Olur mu öyle şey, ben elli yaşımı geçmiş adamım, sizin karı koca hayatınıza çomak sokmak istemem. Kaynana gibi…”
“…”
Mu Yi Fan gözlerini devirdi. Şarlatanın kendisiyle Zhan Bei Tian’ı sürekli çift yapmaya çalışmasına artık alışmıştı. Düzeltme zahmetine bile girmedi.
“Şarlatan doktor, fazla düşünüyorsun. Hadi eşyalarını topla, hemen taşın.”
Zheng Guo Zong “tamam” dedi ama iş taşınmaya gelince tık yok. Taşınmadı. Mu Yi Fan da üstüne gitmedi, çünkü yaşlı adamı rahatsız etmek istemedi.
***
Dört gün dört gece geçti. Dışarıdaki kara yağmur bir türlü dinmedi, aksine her geçen gün şiddetini artırdı. Köyün bazı bölgeleri su içinde kalmaya başlamıştı bile. Siyah su bazı evlerin içine kadar girmiş, birinci katlar yaşanamaz hâle gelmişti. Herkes ikinci kata taşınmak zorunda kaldı.
Yağmurun nemi, ağırlığı, kasveti üstlerine çöktükçe daha fazla kişi baygınlık ve ateşlenme belirtileri göstermeye başladı. İnsanlar panik içinde birbirine sorular sormaya başladı.
Ama neyse ki Zhan Bei Tian köydeydi. O olduğu sürece kimse paniğe kapılmıyordu.
Mu Yi Fan dışarı çıkamadığı için cam kenarına oturdu. Can sıkıntısından eldivenlerini çıkardı ve cama vuran kara yağmur damlalarıyla oynamaya başladı.
Bu kara yağmur, yakılan zombilerin dumanından kaynaklı bir reaksiyondu. Duman atmosferle karışıyor, sonra yağmur kara ve virüslü hâle geliyordu. Bu su insanları, zombileri, hayvanları, bitkileri bile mutasyona uğratıyordu.
Zhan Bei Tian, Mu Yi Fan’ın camdan akan kara suyla oynamasını izledi. Elindeki kitabı bıraktı.
“Hani sen kristal çekirdeği kullanıp seviye atlayacaktın? Neden hâlâ başlamadın?”
Her gün o kristal çekirdeğini eline alıyor, çevirip bakıyor ama enerji çekmek yok. Sanki gece lambası yapacak.
Mu Yi Fan içini çekti.
“Nasıl kullanıldığını bilmiyorum ki.”
Günlerdir kafayı yiyordu. Her yolu denemişti. Ağzına atıp çiğnemeyi bile denemişti.
Oysa romanda insanların ve zombilerin kristal enerjiyi emmesi gayet kolay anlatılmıştı. Kendine gelince işler sarpa sarıyordu.
Zhan Bei Tian başını yana eğdi.
“Neden gelip bana sormuyorsun?”
Mu Yi Fan ağzını açtı, sonra kapattı.
Zhan Bei Tian gözlerini kıstI.
“Yoksa bana güvenmiyor musun? Yanlış yapmanı sağlar, seni öldürürüm mü sanıyorsun?”
“…”
“Ya da sen enerjiyi emerken, kristali kaparım diye mi korkuyorsun?”
“…”
Zhan Bei Tian’ın sesi soğumaya başladı.
“Yoksa…”
Mu Yi Fan hemen elini kaldırdı.
“Tamam tamam, sus! Öyle değil! Sadece… bana söylemeyeceğini düşündüm!”
Zaten başta kristali aldığında kafasından geçen ilk şey “Ana karakter kesin bana kazık atacak” olmuştu.
Ama sonra düşündü… Zhan Bei Tian, öyle sinsilik yapmazdı. Ancak çaresiz kalırsa kötü şeyler yapardı. O yüzden “Benim Mu Yi Fan olduğumu bildiği için bana yardım etmez” diye korkmuştu.
Zhan Bei Tian’ın sesi normale döndü.
“Neden söylemeyeceğimden bu kadar eminsin?”
Mu Yi Fan sessizce cevapladı.
“Çünkü ben Mu Yi Fan’ım.”
Zhan Bei Tian uzun uzun ona baktı.
Mu Yi Fan ayağa kalktı.
“Bak gördün mü! Adımı duyar duymaz yüzün değişti!”
Zhan Bei Tian derin bir nefes aldı.
“Demek yaptığın saçma şeylerin seni bu hâle soktuğunu artık fark ediyorsun.”
Mu Yi Fan sinirlendi.
“Saçma dediklerin ben değildim ki, eski Mu Yi Fan’dı… Neyse boş ver, geçmişi açma!”
Zhan Bei Tian gözlerini devirdi.
“Gel buraya.”
Mu Yi Fan geri çekildi.
“Niye? Vuracak mısın?”
Zhan Bei Tian hiçbir şey demeden yatağa uzandı ve Mu Yi Fan’ın yastığının altındaki kristal çekirdeği aldı.
Mu Yi Fan panikledi.
“Ne yapıyorsun?! Bırak onu! O benim!”
Aniden atladı. Zhan Bei Tian dengesini kaybetti ve yatağa yığıldı. Soluk soluğa kaldı.
Mu Yi Fan üstüne kapaklandı, kristali kaptı ama bir tuhaflık vardı. Zhan Bei Tian’ın yüzü… acı çekiyordu!
“Ne oldu sana?!”
Zhan Bei Tian dişlerini sıktı.
“Dizin… dizin nerede sanıyorsun!”
Mu Yi Fan başını eğdi ve…
Koltuk altı değil… Diz, Zhan Bei Tian’ın özel yerine bayağı sağlam bastırmıştı.
Mu Yi Fan hemen kendini yana attı.
“Ayy! Özür dilerim! Vallahi kazaydı!”
Erkek olarak, o acının nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyordu.
“Masaj yapayım mı?” dedi ve elini uzattı.
“…”
Yorum