Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan hızlıca elini çekti ve Zhan Bei Tian’ın cebindeki kristal çekirdeği kaptı.
Elindeki rengârenk ışık saçan çekirdeğe bakarken, aklı bir karış havadaydı. “Ben bunu Zhan Bei Tian’dan bu kadar kolay mı aldım gerçekten?” diye düşünüyordu.
Zhan Bei Tian’a göz ucuyla baktı, sonra Zhan Bei Tian’a doğru eğildi.
“Şimdi sen, ciddi ciddi bana verdin mi bu çekirdeği?” dedi, emin olmak istercesine.
Zhan Bei Tian dudaklarını yalayıp şöyle bir bakış attı ama tek kelime etmedi.
Mu Yi Fan ısrarla konuşmaya devam etti.
“Yani, verdin verdin de… Ben bu çekirdeği kullanırken ölmeyecek miyim? Çok korkunç bir şey bu.”
Zhan Bei Tian hâlâ susuyordu.
“Ne yapayım şimdi? Bana fazla iyilik yaptın, içim hiç rahat değil.”
“…”
“Bir şey söyle artık. Hiçbir şey demezsen, her an bana tuzak kuracakmışsın gibi hissedeceğim.”
Zhan Bei Tian’dan hâlâ tık yok.
“Sen-”
Zhan Bei Tian bir anda döndü, Mu Yi Fan’ın elindeki çekirdeği kaptığı gibi geri aldı.
Mu Yi Fan kala kaldı.
Kendine gelir gelmez Zhan Bei Tian’a doğru atıldı.
“Zhan Bei Tian! Bana bunu bir kere verdin, artık geri alamazsın! Geri dönüşü yok! Söz verdin söz~!”
Kolu bacağı ayrı ayrı çalışıyordu, çekirdeği geri almak için çırpınıyordu.
Ama Zhan Bei Tian adeta dans edercesine elini bir sağa bir sola savurdu, Mu Yi Fan’ın hamlelerini kıvrak hareketlerle atlattı. Ardından çekirdeği tuttuğu elini camdan dışarı çıkardı.
Mu Yi Fan bunu görünce neredeyse diz çöküp yalvaracaktı.
“Abim… canım abim… tamam tamam! Ben hatalıyım. Seni sorgulamak benim ne haddime? Sen koca cesur, vatanperver bir askersin!”
[Çevirmen notu: kocacığım diyeceksin Mu Yi Fan ne abisi ya.]
Zhan Bei Tian’ın dudağında alttan alta bir gülümseme belirdi. İçinden, “Bu adam da acayip eğlenceliymiş be…” diye geçirdi.
Elini geri çekti.
Mu Yi Fan fırlayıp direksiyon başındaki Zhan Bei Tian’ın eline çarptı.
Direksiyon bir anda kaydı, araba hızla sağa savruldu.
Zhan Bei Tian’ın yüzü bir anda gerildi. Önlerindeki arabaya çarpmak üzerelerdi.
Mu Yi Fan’ı kucakladığı gibi fren pedalına abandı.
Güm!
Araba öndeki araca hafifçe çarptı.
Mu Yi Fan mahcup bir yüzle Zhan Bei Tian’a baktı.
“Yani… kasten olmadı.”
Tam o sırada binadan ayak sesleri duyuldu. Ardından yaklaşık 100 kişilik bir asker grubu dışarı çıktı.
Hepsi lacivert askeri üniforma giymişti. Ellerinde otomatik silahlar vardı. Dışarı çıkar çıkmaz, anında silahlarını arabaya doğrulttular.
Mu Yi Fan çekirdeği kavradı Zhan Bei Tian’ın kollarında duruşunu düzeltti.
“Asker bunlar! Git bir bak sen.”
Zhan Bei Tian sessizce Mu Yi Fan’ı koltuğa oturttu ve dışarı çıktı.
Asker grubu silahlarını onlara doğru doğrulttu.
“İnsan mısınız yoksa zombi mi?” diye biri bağırdı. Ardından pompalı tüfekli biri daha binadan çıktı.
Zhan Bei Tian, çıkan adamı görünce kaşlarını çattı, alçak sesle mırıldandı.
“Yarbay Fan.”
Fan Jing Long, karşısındaki karizmatik adamın hem rütbesini bilen hem de onu tanıyan biri olduğunu fark edince gözleri parladı.
“Tuğgeneral Zhan!”
“Evet, benim.”
Fan Jing Long şaşkınlıkla baktı.
“Tian, seni burada göreceğimi hiç tahmin etmezdim. Zhan ailesinden biri bana G Şehri’ne gitmeden önce seni görürsem, acilen B Şehri’ne dönmeni söylememi tembihledi.”
Zhan Bei Tian’ın kaşları iyice çatıldı.
“B Şehri’ne mi döneyim? Ne oldu, büyük bir şey mi var?”
“Hayır, bir şey yok. Ama zombi salgını çıktıktan sonra senden hiç haber alınamadı. O yaşlı komite üyesi var ya, sürekli seni sorup duruyordu. Sonunda emir verdi, ‘Kim Zhan Bei Tian’ı görürse hemen haber versin, ben endişeden çatladım,’ dedi.”
Fan Jing Long burada hafifçe güldü.
“Zhan Dede torununa çok düşkündür sonuçta. Başına bir şey gelirse, dünyayı yakar.”
Zhan Bei Tian, dedesinin gözünün önüne geldiğini düşündü. Soğuk yüz ifadesi bir nebze yumuşadı.
“Henüz dönmeyeceğim. Geri dönünce ona söyle, iyiyim. Bir süre sonra döneceğim.”
Konuya döndü.
“Peki siz ne yapıyorsunuz burada?”
Fan Jing Long iç çekti.
“Malzeme topluyoruz. Askeriye şu an kıtlık çekiyor. Güvenli bölgedekiler evde oturup bekliyor ama biz çıkmazsak aç kalacaklar.”
Zhan Bei Tian doğrudan söyledi.
“Güvenli bölgedekiler artık kendi başlarının çaresine bakmalı.”
Fan Jing Long homurdandı.
“O kadar kolay mı? Ama haklısın, ordu sonsuza kadar onları besleyemez. Bu iş er ya da geç onların kapısını da çalacak.”
Ardından etrafa baktı.
“Komutan, burada fazla konuşmayalım. Nereye gidiyorsanız bırakayım sizi.”
Zhan Bei Tian başını salladı.
“Bana sağlam bir araba lazım, kaldığımız yer biraz uzak.”
Fan Jing Long güldü.
“Araba çok, seç beğen al. Hemen birini hazırlatırım.”
Zhan Bei Tian arabaya döndü ve bağırdı.
“Çıkabilirsiniz.”
Mu Yi Fan çocukla birlikte hızlıca dışarı fırladı, utanarak Fan Jing Long’a başını eğerek selam verdi.
Fan Jing Long önce şaşkındı. “Arabada biri daha mı vardı?” derken, çocuğu görünce iyice dondu. Çocuk, Zhan Bei Tian’ın küçüklüğünün kopyası gibiydi.
Bu çocuk Zhan Bei Tian’ın değilse, ben de Fan değilim.
Ama hiç Zhan’ın evlendiğini duymamıştı. Çocuğu olsaydı, Zhan Dede bunu çoktan davulla zurnayla ilan eder, her sokakta torununu gezdirirdi.
Dayanamayıp sordu.
“Zhan, bu senin çocuğun mu?”
Mu Yi Fan bu soruyu duyunca hafif irkildi. Sonuçta bu çocuk benim karnımdan çıktı…
Zhan Bei Tian kısaca cevapladı.
“Evet.”
Sonra mırıldandı.
“Dedem hâlâ bilmiyor gerçi…”
Fan Jing Long kahkahayı patlattı.
“Zhan Dede bunu duyunca havalara uçar!”
Zhan Bei Tian ciddi bir ifadeyle uyardı.
“Gidince söyle, kalpten gitmesin, kendini psikolojik olarak hazırlasın.”
Fan Jing Long başını salladı.
“Elbette, elbette.”
Zhan Bei Tian fazla konuşmadan bir araba seçti, askerleri aracı hazırlamaları için yönlendirdi.
Sonra Mu Yi Fan’la birlikte G Şehri’nden ayrılıp hızla kaldıkları yere doğru yola koyuldular.
Bu sefer Mu Yi Fan sesini çıkarmaya cesaret edemedi. Eğer bir kaza daha olursa, bu kadar şanslı olmayabilirlerdi.
Sekiz saat sonra Mu Yi Fan çocuğun hâlâ uyanmamış olduğunu fark etti ve panikledi.
“Bei Tian! Qing Tian hâlâ uyanmadı. Bir sıkıntısı olabilir mi?”
“Merak etme,” dedi Zhan Bei Tian. “O normal bir çocuk değil. Kolay kolay hasta olmaz. Peki daha önce hiç güç kullandı mı?”
“Hastalık mı?” Mu Yi Fan şaşkınlıkla baktı.
Zhan Bei Tian dudak büktü.
Mu Yi Fan öncesini hatırladı.
“Bir anda 50 metre ötede beliriverdi. Işınlanma gibi bir şey yaptı. Bu güç değil mi?”
Zhan Bei Tian başını salladı.
“O doğalı daha birkaç gün oldu. Bedeni henüz o kadar gücü kaldıramaz. Şu an uykuda çünkü aşırı yoruldu. Dinlenince uyanacaktır.”
Mu Yi Fan derin bir nefes aldı. Çekirdeği kurtarmaya çalışırken çocuğun güç kullandığını hatırladı. Hem mutlu oldu hem de içi burkuldu.
Demek o yüzden sonra hiç ses çıkarmadı, yalnızca üç cümle etti. Sonra da bayıldı.
Çocuğun yüzüne sevgiyle baktı, ardından eğilip yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.
***
Gece saat iki civarıydı, araba küçük bir köye girdi. Farların ışığı köyün girişinde devriye gezenlerin hemen dikkatini çekti.
Arabanın köye doğru geldiğini görenler hemen bir grup toplayıp koşarak geldiler. Zhan Bei Tian’ı görünce sevinçten deliye döndüler, köyün çitlerinden bağırmaya başladılar.
“General döndü! Tuğgeneral döndü!”
Bu haber köyün girişindeki herkesi ayağa kaldırdı. Herkes alkışlar içinde karşılamaya çıktı.
Zhan Bei Tian arabayı köyün içine sürüp durdurdu. Daha motor soğumadan üç kişi fırlayıp karşılamaya geldi.
“Komutanım! Komutanım! Sonunda döndünüz!”
Xiang Guo ile Lu Lin, Zhan Bei Tian’ı arabadan inerken görünce o kadar rahatladılar ki, sevinçten neredeyse zıplayacaklardı. Ama içten içe, bu zamana kadar olan endişeleri yüzlerinden okunuyordu.
Her ne kadar patronlarının ne yaptığını bilen biri olduğunu bilseler de, G şehri gibi bombaların kol gezdiği bir yere tek başına gitmek gözü karalık isterdi. Ee insan da haliyle rahat edemiyordu.
Zhan Bei Tian arabadan indi.
“Ben yokken bir şey oldu mu?”
Xiang Guo yüzüne bir gülümseme yerleştirip cevapladı:
“Hiçbir şey olmadı. Zombi bile görmedik. Sıkıntıdan patlayacaktık neredeyse.”
Tam bu sırada Mu Yi Fan arabadan indi.
Zheng Guo Zong, Mu Yi Fan’ı sağ salim görünce hemen sarıldı.
“Mu Mu, iyi misin? Bir şeyin yok ya?”
Mu Yi Fan gülümsedi.
“İyiyim, merak etme.”
Ama Xiang Guo’nun kaşı çoktan çatılmıştı. Suratından düşen bin parçaydı.
“İyi olacak tabii. Kendi kendine bela açmasa zaten bir şey olmazdı. Ordunun G şehrini bombalayacağını bile bile kalktı çocukla şehre daldı. Gitmek istiyorsan söyle, engel olacak halimiz yok, ama çocuğu da gizli gizli alıp kaçmak ne demek? Komutan senin peşinden canını tehlikeye attı. Ya ona bir şey olsaydı? Vallahi o zaman seni ben bitirirdim, Mu Yi Fan!”
“Xiang Guo, yeter artık.” dedi Lu Lin.
Mu Yi Fan boynunu büküp özür diledi.
“Haklısınız, sizi endişelendirdim, kusura bakmayın.”
Xiang Guo burun kıvırdı.
“Kim senin için endişelenir ki?”
Zheng Guo Zong hemen araya girdi.
“Gece gece burada dikilmenin alemi yok. Hadi içeri geçelim, orada konuşuruz.”
Zhan Bei Tian eve girerken Mu Yi Fan’a döndü.
“Doktor Zheng’le yukarı çık, seninle konuşacağım sonra. Lu Lin’le halletmem gereken bir iş var.”
Mu Yi Fan başını salladı ve Zheng Guo Zong’la yukarı çıktı.
Doktor, onu ikinci kattaki son odaya götürdü.
“Bu odayı senin için general ayarladı. Dedi ki burada yarım ay kaldıktan sonra kuzeye geçeceğiz.”
İçeri girip çocuğu yatağa yatırdı, üstünü örttü, battaniyeyi güzelce düzeltti. Her şey tamam olunca hemen sordu.
Mu Mu, oğlumu görebildin mi?”
Mu Yi Fan başını salladı.
“Göremedim. Senin yaşadığın apartmana gittim ama evde yoktu. Yine de ona bir not bıraktım. Eğer eve dönerse, notu kesin görecektir. Merak etme, bir şey olacağını sanmıyorum. Belki de radyodan bombardımanı duyunca şehirden çıkmıştır.”
Zheng Guo Zong’un kaşları hâlâ çatılıydı, belli ki içine sinmiyordu.
Mu Yi Fan konuyu değiştirdi.
“Doktor… Zhan Bei Tian benim gittiğimi ne zaman fark etti?”
Bu lafı duyunca Zheng Guo Zong elini alnına vurdu.
“Ah Mu Mu, senin önemli bir işin olduğunu bilmesem, var ya… seni pataklardım. Fark ettiğinde nasıl sinirlendiğini bir bilsen… Dıştan belli etmiyor ama ben yakındaydım, gözümle gördüm. İçten içe paramparça oldu resmen. Takımın yerleşmesini bile beklemeden arabaya atlayıp doğruca G şehrine seni aramaya gitti. Uykusuz, yorgun… Biri bunu başka biri için yapar mı? Düşünsene, seni gerçekten düşman olarak gören biri, bunu yapar mı?”
Mu Yi Fan bir süre hiçbir şey diyemedi. Dilinde düğümlenen kelimeler, kalbine oturan bir mahcubiyet gibi yüzüne vurmuştu.
Yorum