Çevirmen: Khentimentiu
Mu Yi Fan neredeyse çitin üzerinden takla atıp düşecekti, iki eliyle çite tutunarak dengede kalmaya çalıştı. Elini sallayıp sesini alçalttı.
“Qing Tian! Sen burada ne arıyorsun? Çabuk geri dön!”
Ama küçük afacan Mu Qing Tian kıpırdamadı bile.
“Beni de oyun oynamaya götürmezsen babama söyleyeceğim!”
Mu Yi Fan, bu ufaklığın “baba” diye hitap ettiği kişiyi hiç duymamıştı. İki kere aynı kişiden bahsedince merakı kabardı.
“Sen kime baba diyorsun bakalım?”
“Zhan Bei Tian.”
Mu Yi Fan, bu minik yaramazı fena bir şekilde süzdü.
“Cesaretiniz göz yaşartıcı küçük bey!”
Yolda yakalanmak istemediği için çabucak yere indi ve bebeği omzuna alıp oturttu.
“Tamam, sarıl bana.”
Minik Mu Qing Tian da minik elleriyle Mu Yi Fan’ın kafasına yapıştı. Mu Yi Fan, çitin üstünden dikkatlice atlattı. Yere iner inmez hızla karşı sokağa koştu, içi boş, anahtarı üstünde bırakılmış bir araba buldu ve hızla yola koyuldu.
Villadan uzaklaşınca derin bir oh çekti ve yanındaki bebeğe döndü.
“Seni dışarı kaçırdım ama babana sakın ispiyonlama tamam mı?”
Minik afacan bebek sesi ile konuştu.
“Oynayabildiğimiz kadar oynayıp sonra geri döneriz.”
“Ben oyun oynamaya çıkmadım ki,” dedi Mu Yi Fan iç çekerek. “Çok önemli işlerim var, sen de sakın sağa sola kaçma.”
Küçük bıdık başını ciddiyetle salladı. Mu Yi Fan da Zheng Guo Zong’un kaldığı apartmana doğru hızlıca yol aldı. Yolda askerlerin ve koruyucu kıyafetli insanların cesetleri topladığını, çöp alanına yığıp yakmaya hazırlandıklarını gördü.
Mu Qing Tian emniyet kemerini çözdü, ayağa kalktı ve dış dünyaya merakla bakmaya başladı. Neticede bu çocuk henüz dünyaya yeni gelmişti, ne görse gözlerini kocaman açıp uzun uzun bakıyordu.
Mu Yi Fan apartmana geldi, çocuğu da yanına alıp Zheng’in yaşadığı kata çıktı. Kapıyı çaldı ve bağırdı.
“Zhang Ming! Jia Ming! Benim, Yi Fan!”
Defalarca seslendi ama içeriden çıt çıkmadı. Mu Yi Fan, “Acaba Jia Ming yiyecek bulmaya mı çıktı?” diye düşündü. Beklemeye gerek duymadı. Çantasından kağıt kalem çıkardı ve şunları yazdı.
“Bu notu görür görmez G Şehri’nden ayrıl, kuzeye git. Babanı ve Mu Yi Fan’ı bul.”
Bir süre notu süzdü, sonra sonuna dört kelime daha ekledi. Son halini bir kez daha okuyup kapıya iliştirdi.
“İnşallah Jia Ming bu notu görür.” Dedi içten içe. Sonra çocuğuyla birlikte apartmandan ayrılıp arabaya döndü.
Bugün 3 Haziran’dı. 5’ine iki gün kalmıştı, o yüzden nereye gideceğini bilmiyordu. Yanındaki minik afacana döndü.
“Ne dersin, seni lunaparka götüreyim mi?”
Küçük Mu Qing Tian bir anda heyecanla zıplamaya başladı.
“Oleyyy!”
Mu Yi Fan bu mutluluğu görünce istemsizce gülümsedi. Küçük kafasını okşayıp arabayı çalıştırdı. Ancak lunaparka giderken askerler tarafından durduruldular. Camı indirince askerlerden biri yan koltuktaki çocuğu süzüp sordu.
“Beyefendi, nereye gidiyorsunuz?”
Tabii Mu Yi Fan ‘lunaparka’ diyemezdi.
“Eve dönüyoruz,” dedi.
“Asıl eviniz nerede?”
“Lunaparkın orada.”
Askerin kaşları çatıldı.
“Sana bir abi tavsiyesi, oraya dönme. Bu çocuğu da al, G Şehri’nden kuzeye git. Oralarda güvenli bölgeler var. Baba, oğul rahat yaşarsınız.”
Mu Yi Fan, lunapark civarında bir şeylerin döndüğünü hemen anladı.
“Gitmek zorundayım. Karımın fotoğrafları ve külleri evde kaldı. Sadece onları almaya gidiyorum.”
Mu Qing Tian bir şey demedi ama içinden “hıııı?” dediği belliydi.
Asker tereddüt etti ama sonra başını salladı.
“Orası çok tehlikeli. Geri dönseniz iyi olur.”
“Ama gelirken bir tehlike görmedim ki?”
Asker dudaklarını ısırdı, ama konuşmadı. Mu Yi Fan ısrar etti.
“Ne olduysa söyleyin lütfen, bu bizim için çok önemli. O fotoğraflar, küller… bunlar bizim için kıymetli.”
Asker sonunda pes etti.
“Tam detay bilmiyorum ama çok güçlü bir zombi varmış. Kurşun işlemiyormuş, aşırı hızlıymış. Gönderdiğimiz askerlerin çoğu öldü. Şimdi sadece sivillerin oraya gitmesini engelliyoruz.”
Mu Yi Fan’ın aklına hemen pirinç deposunda gördüğü zombi geldi.
Mu Yi Fan yanında oturan küçük afacana döndü.
“Duydun mu? Tehlikeliymiş, lunaparka gidemeyiz.”
Çocuk alt dudağını şişirip surat astı. Mu Yi Fan da bir iç çekti. Arabayı yakındaki bir anaokuluna sürdü, minik afacanı orada biraz oynattı. Gönlünü aldıktan sonra, yakındaki çöplük bölgesine yakın bir yere kamp kurdu. Orada çok zombi yoktu, güvenliydi.
Bir tencere makarna pişirdi, minik oğluna yedirdi ve birlikte uyudular. Ertesi gün, yani 4 Haziran’ı da oldukları yerde geçirdiler.
Ve nihayet 5 Haziran sabahı… Güneş doğmadan önce çöplüğe vardılar. Ortalık hem insan hem zombi cesetleriyle doluydu. Leş gibi kokuyordu. Cesetler dağ gibi yığılmıştı.
Mu Yi Fan, sabah cesetler yakılacağı için arabayı uzağa park etti. Küçük Mu Qing Tian cebinden bir maske çıkardı ve burnunu kapattı. Mu Yi Fan şaşkınlıkla baktı.
“Senin cebinde maske ne arıyor?”
Küçük afacan ikinci bir maske çıkarıp Mu Yi Fan’a uzattı.
“Babacığım, sen de amma safsın ya! Benim özel uzay alanım var ya, her şey çıkıyor içinden.”
Mu Yi Fan gözlerini fal taşı gibi açtı.
“Senin de mi alanın var? Zhan Bei Tian’la ortak mı?”
“Evet.”
Mu Yi Fan iyice şaşırdı.
“Yani seninle dolaşmak, koca bir ayaklı marketle dolaşmak gibi bir şey?”
Mu Qing Tian gururla sırıttı.
“Şimdi neden beni yanında götürdüğünü anladın mı? İstediğin şeyi veririm.”
Mu Yi Fan bunun üzerine şaka yapmak istedi.
“O zaman bana bir iksir ver de zombileri insana çevireyim!”
“…”
Şakası beklediği etkiyi yaratmamıştı… Hemen ciddiyetle konuşmaya başladı.
“Bak şimdi, yakında ortalık karışabilir. Eğer tehlike olursa hemen uzay alanına kaçacaksın, anladın mı?”
Daha önce çekirdeği almak için içeri girmesi gerektiğini düşününce, çocuğu nereye bırakacağı konusunda kararsız kalmıştı. Ama artık rahatlamıştı. Uzay alanına kaçabilen bir çocuk için endişelenmeye gerek yoktu.
[Çevirmen notu: daha önceki bölümlerde çekirdekten bahsedilmişti, zombileri güçlendiren bir kaynak gibi.]
Mu Qing Tian başını evet anlamında sallamadı ama hayır da demedi. Sessizce gökyüzüne baktı. Güneş doğmaya başlamıştı, ortalık aydınlanıyordu ve tam o anda… uzaklardan karışık bir zombi homurtusu geldi.
Mu Yi Fan dikkat kesildi. Sayıları çok fazlaydı. Ses, yayılıyor ve büyüyordu.
Güneş yükselip yeryüzünü aydınlattı. Ve bir anda…
BOOOMMM!
Sabahın sessizliğini bir patlama paramparça etti.
Mu Yi Fan hızla yerinden doğruldu ve patlamanın geldiği yöne yöneldi. Uzakta, çöp döküm alanının diğer ucundan siyah dumanlar yükseliyor, alevler gökyüzüne doğru savruluyordu. Patlama, oradaki cesetleri tutuşturmuş olmalıydı.
Aynı anda, çok sayıda zombinin tiz çığlıkları duyulmaya başladı. Mu Yi Fan’ın kalbi sıkıştı. Bu sadece bir ceset yakımı değildi, ortalık karışıyordu.
“Qing Tian!” diye seslendi ve hemen çocuğa döndü.
Mu Qing Tian zaten çoktan alarm durumuna geçmişti, elini babasının koluna uzattı.
“Babacığım, kaçsak iyi olur.”
Mu Yi Fan onun ne kadar sakin ve bilinçli davrandığını görünce içten içe bir gurur hissetti, ancak zamanı yoktu. Hemen küçük çocuğu kucaklayıp arabaya koştu.
Henüz birkaç adım atmışlardı ki, uzaktan büyük bir şeyin hızla üzerlerine doğru geldiğini fark etti.
Zombi miydi?
Mu Yi Fan gözlerini kısarak baktı. Hayır, bu zombi değildi. Bu… bu bir insan gibiydi ama çok hızlıydı ve tüm bedeni siyah dumanlarla çevriliydi.
“Bu… o mu?” diye içinden geçirdi. “pirinç deposundaki zombi mi?”
Korku içinde arabaya atladılar. Mu Yi Fan çocuğu hemen arka koltuğa yerleştirdi ve emniyet kemerini bağladıktan sonra gazı kökledi.
Araç arkasında toz bulutu bırakarak hızla yola çıktı.
Mu Qing Tian, arka camdan başını uzatıp geriye baktı.
“Bizi takip ediyor.”
Mu Yi Fan geri görüş aynasından baktı. Evet, o şey onlara doğru koşuyordu. Arabadan daha hızlıydı!
“Lanet olsun! Bu ne biçim bir yaratık?” diye hırladı.
Ani bir dönüşle ara bir sokağa saptı. Ama çok geçmeden yaratık yine karşılarına çıktı.
Mu Yi Fan dişlerini sıktı.
“Qing Tian, hemen alana gir. Uzayına saklan!”
Mu Qing Tian itiraz etmeden gözlerini kapattı ve bir anda ortadan kayboldu. Mu Yi Fan’ın içi biraz olsun rahatladı.
Şimdi dikkatini tamamen yaratığı atlatmaya vermişti.
Araba hızla başka bir yöne kıvrıldı, ancak zombi yine de peşlerini bırakmadı. Sanki Mu Yi Fan’ın enerjisini algılıyor, o yöne doğru çekiliyordu.
Tam o sırada, başka bir patlama daha oldu. Mu Yi Fan başını çevirdiğinde bir askeri helikopterin gökyüzünde dolaştığını gördü. Helikopterden bir ses yükseldi.
“Yerdeki araç, sağa yönel! Güvenli bölgeye yönel!”
Mu Yi Fan fırsatı kaçırmadı. Aracını yönlendirerek helikopterin işaret ettiği yöne sürdü.
Peşlerindeki yaratık ise, patlamaların yönüne dönüp gitmişti. Belki başka canlıların enerjisini hissetmişti.
Mu Yi Fan derin bir nefes aldı.
“Kıl payı kurtulduk.”
Bir süre daha sürdükten sonra güvenli bir alana ulaştı. Çevrede askerler nöbet tutuyor, ellerinde silahlarla bölgeyi koruyorlardı.
Arabayı durdurduğunda, Mu Qing Tian tekrar ortaya çıktı. Yüzü biraz solgundu ama iyiydi.
“Babacığım… az kalsın yakalanıyorduk,” dedi minik sesiyle.
Mu Yi Fan onun başını okşadı.
“Ama yakalanmadık, değil mi? Artık güvendeyiz.”
Ama içinde hâlâ bir huzursuzluk vardı. O yaratık, sıradan bir zombi değildi. Ve belli ki sadece rastgele dolaşmıyordu, bir şey ya da biri onu yönlendiriyordu.
Ve bu işin sonunda, mutlaka bir hesaplaşma olacaktı…
Yorum