Koyu Switch Mode

Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil

A+ A-

Çevirmen: Yuuki


Chu Yu açıkça Chu Sheng’in bedeninin titrediğini görebiliyordu ama ağabeyi arkasını dönmedi. Chu Sheng sırtını daha da dikleştirdi ve epey yorgun gelen boğuk bir sesle: “…Yeni geldin bu yüzden git ve dinlen ilk önce. Ağabeyin sonra seni görmeye gelecek.”

 

Bir an için Chu Yu gözlerini sessizce Chu Sheng’in sırtına dikti. İleri adım atıp dikkatli bir şekilde cübbesinin kenarlarını kaldırdı ve Chu Sheng’in yanına diz çöktü. Bir tütsü çubuğu alıp yaktı ve saygılarını sunmak için eğildi, dikeldikten sonra anıt tabletlerin önündeki küçük kazanın tepesine yerleştirdi. Dudaklarını büzüp dua hasırında dimdik bir şekilde diz çöktü.

 

Chu Sheng şaşırmıştı ve başını çevirdi. “Ne yapıyorsun, kardeşim?”

 

Chu Sheng kafasını çevirdiğinde Chu Yu geldiğinden bu yana onun yüzünü ilk defa görmüştü.

 

Beklendiği gibi yüzü solgun ve bitkindi, buna ek olarak gözleri de kıpkırmızıydı. Chu Yu, bunun sebebinin sinirden mi yoksa Chu Sheng’in ağlamış olmasından dolayı mı olduğunu söyleyemiyordu.

 

Chu Shuangtian’ın öldüğü ve Chu Sheng’in babasının buz gibi cesedini tuttuğu, kalbi kırılana ve artık gözünden yaş gelemeyene kadar ağladığı zamanı düşününce Chu Yu açıklanamaz bir şekilde akmamış yaşların gözlerine battığını hissetti. Dudakları titriyordu. “Ağabey, senin için endişeliyim.”

 

Chu Sheng afalladı. Hızlıca bir elini kaldırıp kırmızı gözlerini kapattı, beceriksizce güldü. “Kardeşimi endişelendirdiğime inanamıyorum… Merak etme ağabeyin iyi.”

 

Hıçkırıklara boğuluyor olmana rağmen iyi misin?

 

Chu Yu iç geçirdi. “Ağabey, artık Chu Ailesinde sadece ikimizin kaldığını söylemedin mi? Eğer beni yakın bir aile üyesi olarak görüyorsan bütün sorun ve dertlerle tek başına başa çıkmaya zorlama kendini.”

 

Chu Sheng dişlerini gıcırdattı. Güçlü olmak ve bir şey söylemek istiyordu. Ancak kardeşinin önünde sadece ağlamak için ağzını açmak istemiyordu, duraksadı ardından başını iki yana salladı. Derin bir nefes aldı ve direkt Chu Yu’ya baktı. “Kardeşim, ağabeyine inan. Chu Ailesi kesinlikle bu krizi atlatacak.”

 

Doğrusu, işler o kadar kötü değildi. Chu Ailesi öfkelerinde birleşmişti. Alt soy ailelerin üyeleri kayıtsız şartsız Chu Ailesinin doğrudan soyundan gelenlerine itaat ederdi. Haberler patlak verdiğinde Chu Sheng soğukkanlı kalmış ve üç amcasına detaylarıyla yaşanan her şeyi anlatmıştı. Chu Ailesinin üyelerini de bir araya toplamıştı.

 

Chu Ailesinin yaşlıları Chu Shuanghe’yi tanıyordu ancak ailenin eski başı bu bilginin sızdırılmasını engellemiş böylece de insanlar onun hakkında normal bir şekilde konuşmamıştı. Ne olduğu açığa çıktığında bunun hakkında kimse ilave bir söz söylememişti.

 

Chu Ailesi yabancılara karşı kesin olarak birlik olabilir ki bu en iyi vaka senaryosu. En azından, yabancıların şirret dedikodularını dinlememelilerdi. Kaos Chu Ailesinin içinde başlarsa tehlikeliydi.

 

Ama işlerin kötü olmadığını söylemek de kötü olurdu. Her kim bu meseleyi halka duyurduysa hareketini anlamak zordu.

 

Chu Shuangtian’ın felaketinden önce Chu Ailesi, savaş alanında hesaba katılan en büyük güçlerden biriydi. Erdemli ve Şeytani Yol kültivatörleri arasındaki savaş sona erdiğine göre geri döndüklerinde Chu Ailesinin eskisinden bile daha iyi bir durumda olmasını beklemek mantıklıydı. Ancak ‘Chu Sheng kendi babasını öldürdü’ gibi bir dedikodunun bu denli yayılmasıyla Chu Ailesinin rahat yüzü görmemesi kaçınılmazdı.

 

Bu olayın gerçeği biraz karışık ve yabancılara anlatılmaması gereken bazı derin sırları kapsıyordu. Bu nedenle Lu Qingan bile yalnızca sessiz kalabilirdi. Yabancılar gerçeği bilse bile Chu Shuanghe’nin gerçekten kim olduğunu bilmeyeceklerdi. Bunu sadece Chu Sheng’in babasını öldürmesi olarak düşüneceklerdi.

 

Bunun hakkında düşünmek Chu Yu’nun kafasını bulandırdı bu yüzden şimdilik bu konuyu bir kenara koydu. Bakışlarını geri anıt tabletlere çevirmeden önce bir an olsun Chu Sheng’e baktı. Loş mum ışığında isimleri okudu ve bilmeden kalbinde bu insanlara karşı bir aidiyet duygusu geliştirdiğini fark etti.

 

İki kardeş bir süre sessizce diz çöktü, Chu Yu ağzını açan ilk kişiydi: “Ağabey, orada ben, Xie Xi, Shizun, sen ve …Xu Keqing vardı.”

 

Chu Yu, henüz dönmemiş Xie Xi ve Chu Sheng’in kendisi dışında sadece Lu Qingan ve Xu Keqing kalıyordu.

 

Chu Sheng uzun bir müddet sonra ağzını açtı ama en sonunda boğuk bir sesle tek söyleyebildiği: “Kardeşim… Bu imkansız. Xu Keqing bir defasında bir şeytani kültivatör tarafından esir alındı ve babam onu kurtardı. O benim büyümemi izledi ve Chu Ailesine sadıktır, yapmaz…”

 

Chu Yu ona baktı ve hiçbir şey söylemedi.

 

Chu Sheng sözlerinin ikna edici olmadığının farkındaydı. Alnını ovarak sadece zayıfça “Gerçeği öğrenmeden bir sonuca varmamalıyız. Xu Keqing ve Kıdemli Lu için durum aynı.” diyebildi.

 

Atalar salonu sessizdi. Duyulabilen tek ses Chu Sheng’in hafif ama hızlı nefes alışlarıydı. Salondaki mum ışığı titreyerek ışığın ve gölgelerin kaotik bir şekilde dans etmesine neden oldu.

 

Chu Yu parmak uçlarında toplanmış gölgeleri kavramak için istemsizce uzandıktan sonra yavaş yavaş ellerini kapattı. “Ağabey, Tian Yuan Sekti’ne geri döneceğim. Shizun’la ben ilgilenirim sen de Xu Keqing’e dikkat et, olur mu?”

 

Karşılıklı güven arayan biri için bu yakışıksızdı ama bu durumda böyle yapmaktan başka çareleri yoktu. Chu Yu daha yeni gelmişti ama çoktan gidiyordu. Chu Sheng bu günlerde acıdan hissizleşmiş olsa bile hâlâ gitmesine izin vermeye aşırı isteksizdi. Dudakları titrerken Chu Sheng, Chu Yu’yu kollarına aldı ve sırtını sıvazladı.

 

İstekli davranamaz ve Chu Yu’yu kalmaya zorlayamazdı. Bu mesele açıklığa kavuşturulmazsa sadece Chu Ailesinin itibarına zarar vermeyecek ayrıca da gölgelerde gizlenmiş bilinmez tehditler, olası en kötü anda onları ısırmak için ortaya çıkabilirdi.

 

Büyükanneleri ve büyükbabaları hâlâ ölüm kalım inzivasındalardı. Babaları ölmüştü. Anneleri hâlâ ruh yeşiminde uyuyan bir ruhtu ve uyanırsa bunun ne zaman olacağını bilmiyorlardı. Eğer ikisi bu sorumluluğu almazsa kimse almayacaktı.

 

Chu Sheng’in gözleri yaşlıydı ve ne düşündüğünü bilmiyordu. Chu Yu’yu bıraktı ve iç geçirdi. “Kardeşim gerçekten de büyüdü.”

 

Chu Yu’nun ağzının kenarı seğirdi.

 

Chu Sheng’in daha iyi olduğunu bildiği için Chu Yu, bu romanın içine transmigre olmasının ve Chu Ailesini, Xie Xi’nin yıkımından kurtarmasının hakikaten çok iyi bir şey olduğunu hissediyordu. Eğer doğru hatırlıyorsa romanda Chu Ailesi, büyükannelerinin ve büyükbabalarının hâlâ ölüm kalım inzivasında oldukları zaman katledilmişti. Birinin şirret planı tarafından sinsi bir saldırıya uğramışlardı.

 

Neyse ki Chu Ailesi hemen hemen tamdı.

 

Chu Shuangtian hâlâ diriltilebilirdi.

 

Başı hâlâ başıboş düşüncelerinden dolayı dönse de Chu Yu daha fazla erteleyemezdi. Yanmamış bir tütsü çubuğu alıp anıt tabletlerin önünde üç kez secde etti. Ardından güçsüz Chu Sheng’i tutup atalar salonundan çıkardı ve Fu Chongyi’ye fırlattı. En sonunda Chu Sheng’e el salladı ve uçan kılıcı üzerinde oradan ayrıldı.

 

Chu Yu’nun ayrıldığını görünce Chu Sheng’in kalbi kırıldı. Onu uğurlamak için bin mil boyunca Chu Yu’nun arkasından gidecekti ki Fu Chongyi gidemeyeceği kadar sıkı bir şekilde belinden tuttu. Beklenmedik bir şekilde normalde sakin, mütevazı, uysal ve nazik olan Fu Ailesinin başının oğlu, Chu Sheng’i sinirlendirecek ve ona soğuk soğuk bakmasına neden olacak kadar enerjikti.

 

“Bırak beni.”

 

Fu Chongyi dudaklarını birbirine bastırdı ve yakıcı bakışlarla Chu Sheng’e baktı. Konuşurken sesi kısıktı. “Chu Sheng, neden ben olmayayım?”

 

“…” Chu Sheng bir şey düşünüyormuş gibiydi ama ardından başını başka tarafa çevirdi, hiçbir şey söylemedi.

 

Soluk, loş ışık Chu Sheng’in profilini açıkça gösterdi, figürünü öncekinden daha kasvetli ve yalnız bir hâle getiriyordu. Fu Chongyi’nin gözleri, Chu Sheng’i izlerken daha da karardı. “O gün gerçekten de şaka yapmıyordum. İster inan ister inanma. Chu Ailesinin şu anda sıkıntılı bir durumda olduğunu biliyorum. Seni cevap vermeye zorlamayacağım ama benimle iş birliği yapıp yaranı iyileştirmeme izin vermelisin.”

 

“Jiao Xia’da tıpta uzmanlaşmış bir sürü kültivatör var. Fu Ailesinin başının oğlundan her gün gelip burada koşuşturmasını istemem mümkün değil.” Chu Sheng soğukça Fu Chongyi’yi uzaklaştırmaya çalıştı ama sağ eli kontrolsüzce titredi.

 

Fu Chongyi onu tersledi: “Doğan Ruh aşamasındaki bir şeytani kültivatörün ruhsal gücü ne kadar güçlü? Yeterince deneyimlemedin mi? Gerçekten acı iliklerine kadar işlemeden kendine nasıl dikkat edeceğini öğrenmeyecek misin? Chu Sheng, hâlâ elini kullanmak istiyor musun?”

 

Fu Chongyi konuştukça Chu Sheng ona boş boş bakıyordu, söylediklerine kulak asmıyordu. Fu Chongyi son günlerde ona aşırı sinirliydi. Büyük bir gayretle kendini sakinleştirdi ve rica edercesine tane tane, yumuşak bir sesle konuştu: “Chu Yu’yu endişelendirmek istemezsin, değil mi?”

 

Chu Sheng’in ifadesi değişti. Uzun bir sessizlikten sonra elini kaldırdı ve geniş yenini geriye doğru itti. Yenin altındaki kolu mavi mühürlerle kaplıydı. Mühürlerin ortasında canlıymış gibi enerjiyle dolup taşan siyah nokta elinden yukarı doğru yavaş yavaş yayılıyordu.

 

***

 

Chu Ailesinin evinin bulunduğu bölge, Tian Yuan Sekti’nden çok uzaktı. Chu Yu, Qinghe kasabasına varmadan önce yüksek hızda iki gün boyunca uçmuştu.

 

Qinghe’de bir şeytani kültivatör fark ettikleri o zaman, onlar yok edemeden önce su iblisleri evlerine dönmüştü. Tian Yuan Sekti daha sonra onlarla ilgilenmek için yüksek seviyeli bir kültivatör göndermişti. Şeytanların istilası durduğu için Qinghe, refah ve canlı bir şehir olmuştu.

 

Chu Yu, bir süre bu yolculuğa ara verdikten sonra Tian Yuan Sekti’ne doğru devam etti.

 

Bu yer ile ilgili, asıl Chu Yu’nun anılarını göz ardı edersek burası Chu Sheng’le ilk karşılaştığı yerdi. Yıllar içinde hissettiği gerginlik ve bilinçaltındaki yabancılık duygusu yok olmuştu. Artık Chu Sheng’i, ‘Kılıç Ölümsüzü’ndeki ölümünü arayan bir karakter olarak görmüyordu.

 

Chu Yu, dünyanın gerçekliğini asla şimdiki kadar net bir şekilde hissetmemişti.

 

Üstünde hâlâ Tian Yuan Sekti’nin giriş kartı olmalıydı. Giriş kartını bulup fırlatana kadar bir süre aradı. Tian Yuan dağ silsilesini görünce bir süreliğine duraksadı ardından sisin içine daldı. Manzara bir anlığına bulanıklaştıktan sonra tekrar netleşti.

 

Dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz basamak, dağın eteğinden tepesine kadar kıvrılan bir ejderha gibi uzanıyordu. Burası ayrıldığı zamanki anılarından farklıydı. Artık hiç pınar suyu yoktu, yalnızca kış karı her şeyi sarmalamıştı ve dağların arasında kuzey rüzgarlarının sesi uğulduyordu.

 

Uçan kılıcını ilk defa sürdüğü zamanı hayâl meyal hatırlarken Chu Yu’nun bakışları manzara üzerinde dolaştı. Ciddi ruh hâli aniden dağıldı ve gülümsedi. Daha fazla oyalanmadı ve direkt olarak Yuan Chen Tepesi’ne doğru uçtu.

 

Her tepenin kendi bariyeri vardı. Ölümsüzlerin ikametgâhları gökler ve dünya arasındaki mistik bir alem gibiydi. Chu Yu tepeye döndü, uzun bir müddet tereddüt etti, ardından içeri girdi.

 

Gecenin bir yarısıydı ve Chu Yu kimseyi uykusundan uyandırmak istemiyordu. Bir an düşündükten sonra Lu Qingan’ın avlusunun dışına bir not bırakmaya karar verdi. Çok geçmeden kendi avlusuna gitti. Xie Xi’nin odasına bakarken şu anda nerede yaşadığını merak etti.

 

Chu Yu on yıldır yoktu ama küçük avlu her zaman olduğu gibiydi. Kapıyı iterek açıp temiz girişi, masaları ve sandalyeleri görünce Chu Yu’nun ağzının kenarları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı.

 

Gözleri odada dolanırken sessizce yatakta uzanan Xie Xi’yi gördü.

 

…Üç yıl onunla birlikte uyuduktan sonra bu çocuk, onun yatağında uyumak gibi bir alışkanlığa sahip olmuştu.

 

Chu Yu duraksadı, nefesini tuttu, usul usul yatağın ucuna gitti ve cübbesini çıkarmak için uzandı.

 

Yalnızca cübbesinin yarısını çıkarmayı başarmıştı ki beli kavrandı. Kulağını tanıdık bir nefes sarmaladı ve yumuşak, uykulu ama çekici bir ses “Shixiong…” dedi.

 

Chu gülümsedi ve Xie Xi’nin yüzünü çimdikledi. “Akıllısın. Auramı bastırdım ama yine de beni fark ettin.”

 

Hakikaten ana karakter olmayı hak ediyor.

 

Chu Yu hâlâ gizliden gizliye iç geçiriyordu ki yalnızca yarısını çıkardığı cübbe Xie Xi tarafından çekilip bir kenara fırlatıldı. Oda çok karanlıktı bu yüzden net bir şekilde göremiyordu. Chu Yu, Xie Xi’ye bakmak için döndü. Konuşmak için ağzını açtığında başı aşağı çekildi ve öpüldü.

 

Chu Yu’nun kalbini eriten nazik bir öpücüktü. Göz kırpıştırdıktan sonra Xie Xi’ye teslim olmaya karar verdi.

 

Bu Xie Xi’nin önceki öpücüklerinden farklıydı. Bir şekilde bu öpücük direkt olarak kalbine ulaşmış ve Chu Yu’nun içten içe erimesine neden olmuştu. Chu Yu dayanamadı. İnisiyatif alıp Xie Xi’nin dudaklarını yalamak için dilini uzattı. Xie Xi’nin dudaklarını ısırdıktan sonra hafifçe geri çekildi ve yumuşakça: “Uzun yoldan geldim. Dinlenmeme müsaade et.”

 

Chu Yu karanlıkta Xie Xi’nin ifadesini göremiyordu. Xie Xi’nin bir an için ona göz ucuyla baktığını hissetti. Ardından Chu Yu yatağa itildi. Chu Yu’nun üzerine yumuşak öpücükler yağdı. Saçları serbest kaldı ve alt kıyafetleri parçalandı. Saldırıya karşı koyamayacak kadar güçsüz hissetti. Yalnızca gözü kapalı bir şekilde uzandı ve karşılık olarak sıkıca Xie Xi’ye sarıldı ta ki Chu Yu’nun içindeki sıkıntı yavaş yavaş dağılana kadar.

 

Ana karaktere sahip olmak gerçekten de gönlünü rahatlatıyordu…

 

Chu Yu uyandığında alt bedeni beklenmedik bir şekilde ağrılıydı. Xie Xi’nin XXX’i hâlâ içindeydi.

 

Dün, gece yarısı yaparlarken Chu Yu uyuya kalmıştı. Onun için beklenmedikti, Xie Xi Chu Yu’yu temizlememişti. İki adam hâlâ yapış yapış bir şekilde birbirine sarılıyordu.

 

Chu Yu dümdüz bir şekilde Xie Xi’ye bakarak iç çekti ve onu itti. “Hımm… Yeterli değil mi? Çıkar şunu.”

 

Xie Xi sersem sepelekti. Chu Yu’nun sesini duyduğunda birdenbire kalktı. Kekelerken yüzünde tuhaf bir ifade vardı: “Shi…Shixiong?”

 

Chu Yu kaşlarını çattı. “Hım?”

 

Xie Xi’nin ifadesi sanki rüyanın içinde kaybolmuş birininki gibiydi. “…Hâlâ rüya mı görüyorum? Shixiong nasıl burada olabilir?”

 

Xie Xi usulca Chu Yu’yu daha sıkı tuttu ve istekli bir şekilde üzerine eğildi. Chu Yu’nun ‘küçük kardeşi’ de tepki vermeye başlıyordu. Xie Xi başını eğdi ve Chu Yu’nun alnından öptü. Mırıldanırken tonu biraz ağlamaklıydı: “O zaman uyanmak istemiyorum…”

 

Chu Yu’nun ifadesi daha da karardı. “Beni ıslak rüyalarındaki bir yıldız mı yapıyorsun? Ben böyle gayet memnunum. Xie Xi, gerçekten kafan mı karışık yoksa numara mı yapıyorsun?”

 

Chu Yu’nun sesi başta kısıktı ama konuşmasının sonlarına doğru neredeyse bir bağırtı gibi yükseldi.

 

Hâlâ uyku sersemi olan ve rüyalarında kaybolmuş Xie Xi sonunda Chu Yu’nun sesiyle uyandı. Gözlerindeki karışıklık yavaş yavaş yok oldu. Kendine geldiği gibi gözleri parıl parıl parladı. “Shixiong… Shixiong, gerçekten döndün! Dün gecenin sadece bir rüya olduğunu ve henüz uyanmadığımı sandım…”

 

Chu Yu sakince uzandı ve yüzünü çimdikledi. “Artık uyanık mısın?”

 

Dün gecenin çok garip olmasına şaşmamalı. Hepsinin bir rüya olduğunu sanmış.

 

Xie Xi başını salladı, tam bir şey söylemek üzereydi ki birisi kapıyı çaldı.

 

Kapının arkasından Üçüncü Shidi’nin sesi geldi: “İkinci Shixiong, Shizun seni görmemi söyledi. Gelebilir miyim?”

 

Chu Yu’nun ve Xie Xi’nin ifadesi değişti.

 

Chu Yu panik bir tonda: “Gelme!”

 

Xie Xi’nin ifadesi soğuktu. “Kaybol!”

 

Kapının arkasındaki Üçüncü Shidi sessizdi.

 

Uzun bir müddet sonra Üçüncü Shidi zayıf bir şekilde: “Da… Da Shixiong… Sen de buradasın.”

 


 

Etiketler: novel oku Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil, novel Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil, online Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil oku, Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil bölüm, Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil yüksek kalite, Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil light novel, ,

Yorum

İçerik Uyarısı
Uyarı, "Everyday the Protagonist Wants to Capture Me [Novel] Bölüm 62: Rüya Gibi Ama Değil" reşit olmayanlar için uygun olmayan şiddet, kan veya cinsel içeriğe sahip olabilir.
Onayla
Çık