Koyu Switch Mode

Comeback: No Choice But… 12. Bölüm

A+ A-

Çevirmen: Khentimentiu.


 

Suitten seçme görevlisinin talimatlarını takip ederek çıktım. Daha önce seçmeye giren oyuncu çoktan yerine dönmüş, menajeriyle konuşuyordu. Choi Hong-seo’nun sırasını bekleyen oyuncu da “Yoon Hye-an”e karşı herhangi bir temkinlilik göstermiyordu. 

 

Görevli, çalışma odasının önüne vardığında önce kapıyı çaldı. 

 

“Aday Yoon Hye-an, buyurun lütfen.” 

 

Kapı açıldı, ben de görevliyi takip ederek çalışma odasına girdim. Yumuşak, koyu mavi halısıyla döşenmiş bu oda; genelde seçmelerin yapıldığı prova odalarına ya da yapım şirketi ofislerine kıyasla çok daha sıcak ve samimi hissettiriyordu. 

 

“Yoon Hye-an bey, lütfen önce kendinizi tanıtın.” 

 

Derin bir nefes aldıktan sonra, nazik bir duruşla karşıya baktım. Ancak hazırladığım basit selamlaşma, aniden ağzımda donakaldı. 

 

Dört jüri üyesi yan yana uzun bir masada oturuyordu. Her biri tanıdık yüzlerdi. Choi Hong-seo’nun oyuncu olarak kadroya alındığı kesinleştiğinde, zaten yapım şirketi başkanıyla, genel yapımcıyla ve yönetmen Kang Woo-hyun ile tanışmıştım. Ancak beklenmedik şekilde, yapım şirketi başkanıyla yönetmen Kang’ın arasında Lee Hae-seong oturuyordu. 

 

O an, bedenimdeki tüm işlevler bir anda durdu, ardından titremeye başladım. Nefesim düzensizleşti, kalbim hızla atmaya başladı, elimdeki senaryo kâğıdı gelişigüzel buruştu. 

 

“Yoon Hye-an bey?” 

 

“… ” 

 

“Yoon Hye-an bey?” 

 

“Ah, evet.” 

 

Sanki bir şey tarafından ele geçirilmiş gibi irkildim, sonra aniden kendime geldim ve hâlâ bana ait değilmiş gibi gelen isme cevap verdim. Görevli bana, daha da şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. 

 

“Tanıtım ve selamlaşma.” 

 

“Evet, özür dilerim.” 

 

Zaten eğilmiş olan Choi Hong-seo, bu sefer daha da derin eğildi ve hazırladığı gibi kendinden emin ve net bir sesle konuştu: 

 

“Merhaba. Ben Yoon Hye-an. Size emanetim.” 

 

Ardından, görevli, jüri üyelerini mekanik bir tonla tanıttı: 

 

“Soldan başlayarak; yapım şirketi temsilcisi, yatırım şirketi temsilcisi, yönetmen ve genel yapımcı.” 

 

Lee Hae-seong, jüriye yatırım şirketi temsilcisi sıfatıyla katılmıştı. Ceketini çıkarmış, beyaz gömleğiyle sandalyeye gevşekçe yaslanmıştı ve uzun parmaklarıyla masadaki belgeleri kurcalıyordu. Gözleri nadiren bu tarafa bakıyor, daha çok belgeler üzerinde geziniyordu. 

 

Bu yüzden şanslı sayılırdım, çünkü o bana bakmıyorken, ben onu istediğim kadar izleyebiliyordum. 

 

Yönetmen Kang, jüri üyelerindeki değişikliğin Choi Hong-seo’yu tedirgin ettiğini düşünmüş olacak ki, gülümseyerek söze girdi: 

 

“İlk ve ikinci turlara göre buradaki yüzler epey değişti değil mi? Son seçme olması dolayısıyla böyle. “Cream Mansion”’daki her departmanın başı gibi düşünebilirsin. Hmm… Böyle söyleyince daha çok mu gerildin, Hye-an?” 

 

Yönetmen Kang, her zamanki gibi şaka yapmaya çalışıyordu; bu yüzden Choi Hong-seo da zoraki bir gülümseme ile karşılık verdi. 

 

“Çok gerilme Hye-an. Üçüncü tura kadar iyi geldin, ama hazır lafı açılmışken söyleyeyim, seni üçüncü turdan geçirirken epey karşı çıkan oldu.” 

 

“Evet…” 

 

“Herkes kötü itibarı olan Yoon Hye-an ile çalışmanın zor olacağını düşündü, beni vazgeçirmeye çalıştılar.” 

 

Choi Hong-seo olarak Hwang Ji-woo’ya seçildiğimde ve birlikte birkaç kez çalıştığımızda da, yönetmen Kang hep böyle açık sözlüydü. Hiç gizli niyeti olmayan biriydi. Şimdi de aynıydı. 

 

“Ama ben yakından bakınca, bunun böyle olmadığını anladım.” 

 

“Teşekkür ederim. Emek verdiniz.” 

 

“Beni vazgeçirmeye çalıştılar ama oyunculuğun iyiydi, rol için görünümün de tam uyuyordu. Üstelik görünüm olarak, Hwang Ji-woo rolüne ilk seçilen Hong-seo’ya da benziyordu.” 

 

“…” 

 

O ana kadar masaya bakan ve tek bir mimik göstermeyen Hae-seong Lee, aniden başını kaldırdı. Memnuniyetsiz gözleriyle bir kez daha katılımcısına baktı, sonra yeniden masaya döndü. 

 

“Öyle mi?” 

 

Ortama bir anda garip bir sessizlik çöktü. Sesi, doğrudan yönetmeni yalanlamıyor gibi görünse de, Yoon Hye-an’a karşı bir hoşnutsuzluk taşıyordu. 

 

“Bana tamamen farklı görünüyor ama hangi açıdan benzettiğinizi merak ettim.” 

 

Bu sözlerinde herhangi bir alay ya da agresiflik yoktu. Daha çok, “Yoon Hye-an’ın benzediği” ifadesine duyulan bir hoşnutsuzluk gibiydi. 

 

“‘Cream Mansion’daki sakinlerin gözünden Hwang Ji-woo, gizemli bir figür. Yaşı, geçmişi, mesleği bilinmiyor. Bu yüzden oynayacak kişinin de o gizemi taşıyan bir havası olmalı. Hem bir çocuk gibi hem de bir genç adam gibi… Bazen çok tecrübeli, bazen de oldukça masum. Ve şu anda Yoon Hye-an’da ben bu havayı hissediyorum. Ne çocuk, ne genç bir adam. Ne iyi, ne kötü. Tam o belirsiz sınır çizgisinde duruyor.” 

 

Yönetmen Kang heyecanla uzun uzun konuştu, ama Hae-seong Lee’nin gözlerinde veya yüzünde en ufak bir değişiklik olmadı. Sanki hiç katılmıyormuş gibi görünüyordu. Donuk gözleri sıkılmış gibi iç çekti ve dudaklarını oynattı. 

 

“Önce oyunculuğu görelim.” 

 

Ne tonlamasında ne de sesinde iniş çıkış vardı ama o söz, bağırıştan farksızdı. 

 

Sesini duymak, ona bakmak… Choi Hong-seo’nun bedeninde tekrar tekrar ürpertiler oluşturdu. 

 

Tıpkı onunla ilk karşılaştığı gün gibi. 

 

Geçmişin bir sahnesine hapsolmuş, yeniden yaşıyormuşçasına bir déjà vu hissi. 

 

O gün de, aynı sıkılmış ve ilgisiz ses tonuyla konuşmuştu: 

 

“Müziği kapatalım.” 

 

Sesi küçük, efor sarf ettirmeyen bir tondaydı ama oradaki herkes onu dinlemişti. Emir vermemişti ama sözleri zaten birer emirdi. 

 

Ve o gün, onun bana ilk ve son kez öyle dingin, araştırıcı gözlerle baktığı gündü. 

 

Keşke o güne dönüp her şeyi baştan başlatabilseydik… ne güzel olurdu. 

 

“Önce doğaçlamanı izleyelim. Daha sonra senaryoya geçeriz.” 

 

Yönetmen Kang’ın sesiyle Choi Hong-seo kendine geldi. Bir anlığına jüriye arkasını dönüp gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. 

 

O bana şahsi cep telefonunu vermişti, ama artık onu arayamıyordum. Artık yalnızca ikimize ait bir sohbet odası bile açamıyordum. Evini hâlâ biliyordum ama eskisi gibi, orada yokken onu bekleyemezdim. Artık onun VIP’si değildim. 

 

Bu yüzden bu rolü almam gerekiyordu. Onu yakından görebilmemin tek yolu buydu. 

 

Bir, iki, üç, dört, beş. Parmaklarımı birer birer kapatarak saydım. 

 

“Hazırsan başla. Acele etme.” 

 

Gözlerimi kapatıp yönetmenin sesine başımla yanıt verdim. Hazır olduğumda gözlerimi açtım ve bedenimi döndürdüm. Karşılıklı sahne çalışması için hazırlanmış görevliye doğru yavaşça ilerledim ve repliklerime başladım: 

 

“Dinle Nikolai.” 

 

Anton Çehov’un “Ivanov” adlı eserinden bir sahneydi. 

 

“Tüm bunların psikolojinin kurallarına uygun, mantıklı birer yargı olduğunu düşünebilirsin. Ama bana göre bunlar sadece birer rezalet ve felaket!” 

 

Gerçekten de bir rezalet ve felaketti. Hazırlıklı bir sahne olmasa bile, sanki onun ve benim hikâyemdi bu. 

 

Ona bakmasam bile, bakışlarının tenimi delip geçtiğini hissedebiliyordum. İlk tanıştığımız gün, bana karşı sergilediği performans da Çehov’a aitti. 

 

“Nikolai, dünyadaki her şey basittir. Tavan beyazdır, çizmeler siyahtır, şeker tatlıdır. Sen Sasha’yı seviyorsun, Sasha da seni seviyor. Seviyorsan kal, sevmiyorsan git. Bu kadar. Basit.” 

 

Sahnede bile, onun orada olduğunu bildiğimde hissettiğim heyecan bambaşkaydı. Oradayken daha da fazlaydı. 

 

Bu bir kaygı değil; parmaklarını kaç kere katlasan da geçmeyecek türden bir heyecan, bir ürpertiydi. 

 

Ben ona baktığımda heyecan duyuyorsam, o bana baktığında hissettiği; yanma hissiyle karışık, iç gıcıklayıcı bir uyarılmaydı. O coşku, şimdi artık Choi Hong-seo değil, Yoon Hye-an’ın damarlarında yeniden canlanıyordu. 

 

“Daha ne istiyorsun? Para mı? O da ne ki! Prensipler… Hepsi saçmalık…” 

 

Choi Hong-seo, kuru bir yutkunma eşliğinde sesini alçalttı. 

 

“Nikolai, bankada gizli 10.000 rublem var.” 

 

Etrafına tedirgin gözlerle baktı; biri duyacakmış gibi. Sonra karşısındaki oyuncuya yaklaştı. Gizlice, merhametle. 

 

Ve onun yanağını okşadı. Sanki dokunmaya kıyamadığı bir sevgilinin yanağını sıvazlar gibi. 

 

“Ailede hiç kimse bu parayı bilmiyor… Siz ikiniz… bunu alın ve gidin.” 

 

Choi Hong-seo’nun canlandırdığı Lebedev, Nikolai Ivanov’un arkadaşıydı. Bu nedenle şu anki performans, sevdiği kişiyi başka biriyle gönderiyormuş gibi görünebilir, bu da sahneye orijinal metinden farklı bir anlam katıyordu. Ama her iki anlamı da açık bırakacak kadar güçlü bir oyunculuktu. 

 

Performans yaklaşık bir dakika sürdü. Bitince, Choi Hong-seo karşısındaki oyuncuya ve jüriye başını eğdi. İlk konuşan, sağlık yönetmeni oldu. 

 

“İlginç. Bu sahneyi kendin mi yorumladın?” 

 

“Evet.” 

 

Etiketler: novel oku Comeback: No Choice But… 12. Bölüm, novel Comeback: No Choice But… 12. Bölüm, online Comeback: No Choice But… 12. Bölüm oku, Comeback: No Choice But… 12. Bölüm bölüm, Comeback: No Choice But… 12. Bölüm yüksek kalite, Comeback: No Choice But… 12. Bölüm light novel, ,

Yorum