Koyu Switch Mode

Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel]

A+ A-

Çevirmen: Ari


Kılıcını alıp ölümlü âleme inen Hua Xin için, en çok korktuğu şey “Yun Hai’nin çoktan ölmüş olmasıydı.”

Fakat daha sonra anladı ki, aslında “ölmüş olması” en kötü ihtimal değildi.

En kötü ihtimal, onun kendi elleriyle Yun Hai’yi öldürmesiydi.

O gün, Ölümsüz Lider Mingwu, Dabei Vadisi’nin dağ yolunda diz çökmüş bir hâldeydi. Kendi kılıcının altına çivilenmiş, Yun Hai’nin yüzüne sahip o iblise bakıyordu. Bir çift göz, sonsuza dek kapanmadan önce Yun Hai sessizce son bir cümle söylemişti: “Beni hatırlayacak mısın?”

İşte o anda, Mingwu birdenbire geçmişte katılmadığı birçok düşünceyi anlamaya başladı.

Tek bir düşünceyle doluydu: Kılıcının altına çivilenen o kişi tekrar yaşadığı sürece nasıl olduğu fark etmezdi.

Yun Hai’nin ruhunu bedenine hapsetti, onu Dabei Vadisi’nin derinliklerine gömdü. Ruhsal sarmaşıklarla sardı ve üzerine büyülü bir oluşum kurdu.

Bu büyü, ilk bakışta içindeki iblisin sonsuza dek kurtulamaması için yapılmış gibi görünse de, aslında amacı Yun Hai’nin ruhunun dağılmasını önlemekti.

O kişiyi bir dairenin içine hapsetti. Ve bir fırsat beklemeye başladı.

Her şeyi tamamladıktan sonra, Hua Xin kılıcını kınına soktu. Dabei Vadisi’ndeki tapınağın önünü mühürledi ve sonra Xiandu’ya geri döndü.

Xiandu’daki ölümsüzler, zaman zaman o günü konuşurlardı. Derlerdi ki: “Ölümsüz Lider Mingwu, öğrencisinin intikamını almak için gitti. Fakat iblisleri yok etmek Tianxiu’nun görevi olduğu için bu davranışı ölümsüz kurallarına aykırıydı. Dönüşte cezasını almak üzere Lingtai’ye gitti. Ardından da sarayına dönüp bir süre inzivaya çekildi. Sonra da her şey yine eskisi gibi oldu.”

Neredeyse herkes, olayın gerçekten bu şekilde olduğuna inanıyordu. Zaten Hua Xin’in de istediği buydu.

Ama…

Her işte istisnalar vardı.

Tıpkı “Li Köşkü” gibi.

Li Köşkü, Xiandu’daki günlük işleri yönetirdi. Genelde önemsiz, göz önünde olmayan ayrıntılarla uğraşırdı. Çoğu ölümsüz, Li Köşkü’nün etkisiz olduğunu düşünürdü.

Eskiden Hua Xin de böyle düşünüyordu. Ama o gün Dabei Vadisi’nden döndüğünde bu fikri değişti. Çünkü cezasını çekip inzivaya çekildiği sırada, birden fark etti ki, Xiandu’da ne yaparsa yapsın asla kaçamayacağı bazı insanlar vardı.

Bunlar ölümsüz görevliler ve ölümsüz hizmetkârlardı.

Lingtai’de vardılar, saraylarda vardılar, kısacası Xiandu’nun her köşesindeydiler.

O zamanlar Hua Xin’in bedeninde hâlâ Yun Hai’nin izini taşıyan iblis aurası vardı. Kimsenin bu garipliği fark etmesini istemiyordu.

Ve bunu ne kadar gizlemek istiyorsa, çevresindeki herkes o kadar büyük engel gibi görünmeye başlamıştı.

En büyük engel de ölümsüz görevliler ve hizmetkârlardı. Ve bunların hepsi Li Köşkü’nden çıkıyordu.

İşte bu yüzden, o sıralar Ölümsüz Lider Mingwu, Li Köşkü’ne karşı epey temkinliydi. Bir keresinde biriyle gündelik konular üzerine konuşurken şöyle demişti: “Eğer bir şeyi anlayamıyorsan, bana sormaktansa Li Köşkü’ndeki iki ölümsüz memura sorman daha faydalı olur.”

Karşısındaki şaşırarak sormuştu:

“Neden?”

O da şu yanıtı vermişti: “Li Köşkü çok çalışır, Xiandu’daki tüm ölümsüzlerle temastadır. Bildikleri şeyler çoktur, Lingtai’den daha bilgili oldukları kesin.”

Karşısındaki kişi durumu anlamış gibi başını sallamıştı: “Gerçekten öyle. Li Köşkü’nün, Lingwang ve Tianxu’yla da az buçuk bağlantısı varmış diye duydum.”

O zamanlar Hua Xin içinden şöyle geçirmişti: “Herkesin bir sırrı vardır. Eminim ki, bağımsız görünen o iki ölümsüz bile bundan muaf değildir. Belki onlar zaten başlı başına birer sırdır. Belki de görünmeyen, dokunulamayan o ‘Göksel Yasa’nın kendisi bile bir sırdır.”

Li Köşkü var oldukça, Xiandu’daki sırların sonsuza dek gizli kalması mümkün müydü ki? Biraz dikkatle, Sang Feng ya da Meng Gu ile sohbet edip birkaç soru sorulsa, belki de “Göksel Yasa”nın ipuçlarını bile öğrenmek mümkün olurdu.

İşte bu gündelik sohbetten çok geçmeden sonra, Li Köşkü’ndeki Sang Feng, insanların işlerine fazla karıştığı ve ölümsüz kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle ceza aldı ve Li Köşkü’nden alınarak Budong Dağı’nın Ölümsüzü yapıldı.

Ardından on yıl kadar geçti.

Sang Feng, Budong Dağı’nın tanrısı olarak ölümlüler dünyasında bazı işlerle uğraşırken başını derde soktu. Bu sırada Meng Gu, ona yardım etmek için kuralları ihlal etti ve o da Li Köşkü’nden alınıp Jingguan’ın başına getirildi.

Tüm ölümsüzler için, ister ceza ister tayin olsun, hepsi Lingtai’nin Ölümsüz Lideri tarafından onaylanmak zorundaydı.

Hua Xin, bu değişikliklere dair her belgeyi görmüştü. Herhangi bir sorun bulamamıştı: Kurallar açıkça çiğnenmişti, cezalar da yerindeydi.

Ama…

Ama kalbinde bir sır taşıdığı için, her şeye daha kuşkuyla yaklaşır olmuştu. Ona göre o iki kişinin Li Köşkü’nden ayrılması sanki Göksel Yasa’nın kasıtlı bir düzenlemesi gibiydi.

Fakat Göksel Yasa’nın şekli yoktu, somut değildi; kimseyi gerçekten yönlendirmezdi. Bu yüzden Hua Xin zamanla bu şüphesini bastırdı.

Sonrasında da yine ölümsüzler ara sıra kuralları çiğner, cezalandırılır, görevden alınır oldu. Hua Xin hepsini dikkatle inceledi, ama tekrar fazla düşünmedi.

Ta ki bir gün, elinden geçen bir ceza emri göze çarpan bir istisna taşıyana kadar.

Bu ceza, Lingtai’ye bağlı bir ölümsüz için değil, ölümlü âlemdeki bir ölümsüz sekte, Feng Sekti’ne verilmişti.

Hua Xin bu sekte yabancı değildi, hatta bir miktar geçmişten gelen ilişkileri bile vardı.

O ceza belgesinde şöyle yazıyordu: Feng Sekti, kutsal ve yasaklı bir bölgeyi yeterince iyi koruyamadığı için neredeyse başkaları oraya giriyordu.

Bu yer efsanelerdeki “sadece bebeklerin ve ölmek üzere olanların görebildiği” söylenen ilahi ağaçtı ve gerçekten de böyle bir ağaç vardı. Lingwang tarafından Luohua Dağı’na mühürlenmişti. Feng Sekti de bu yeri korumakla görevliydi.

Her ne kadar olay büyümeden engellenmiş olsa da, sonuçları çok tehlikeli olabilirdi. Fakat verilen ceza yüzeysel ve hafifti.

Hua Xin nadiren de olsa o gün ölümlü âleme indi. Gerçek bedenini göstermedi, gizlenmiş bir şekilde Mengdu Şehrine gitti ve Feng Sekti’nin önünden geçti.

O gün onun için geçmişin bir yansıması gibiydi. Yıllar önce çocuklarını kaybetmiş olan Feng Sekti’nin varisi artık sekt lideri olmuştu, hatta yaşlanmıştı.

Yaş ilerledikçe, kişi gençliğinde elde edemediği şeyleri daha çok ister olur. O sekt lideri de bundan kaçamamıştı.

Hua Xin bu adamın yıllardır ölen çocuklarını dilinden düşürmediğini, onları bir kez daha görebilmek için her yolu denediğini duymuştu. Öyle ki adeta saplantı hâline gelmişti.

Hua Xin, yüzlerce yıl önce Mengdu’dan geçerken Feng Sekti’nin kapısındaki beyaz fenerleri, çocuklarını kaybetmiş insanların solgun yüzlerini hatırladı.

O an kendisini Feng Sekti’nin lideriyle kader ortaklığı içinde hissetti.

İşte bu sırada Ölümsüz Lider Mingwu, “Yıllardır beklediğim fırsat bu olmalı,” diye düşündü.

Hatta bu fırsatın Göksel Yasa tarafından da onaylandığına bile inanıyordu.

Aksi takdirde böylesine “hafif” bir ceza emriyle Lingwang ve ilahi ağaca dair sırları nasıl görebilirdi?

Lakin tüm bunlar sadece sezgi ve tahmindi, kanıtı yoktu.

Bu yüzden küçük bir deneme yaptı. Feng Sekti liderinin rüyasına girerek ona iki yol gösterdi: Biri düz, diğeri ise karanlık bir yoldu.

Sonra kendi kendine her şeyin artık göklere bağlı olduğunu söyledi.

Hua Xin yıllar boyunca bekledi ve cevabını aldı.

Feng Sekti’nin lideri önce doğru yolu seçti, ama sonuç alamayınca sabrı tükendi ve saplantıya düştü. Sonunda diğer yolu seçti.

Korumakla görevli olduğu yasaklı yeri suistimal etti ve ilahi ağacın gücünü çalarak baştan başlamak istedi.

Böylece Ölümsüz Lider Mingwu, dünyada bir karma düğümünün daha doğduğunu gözleriyle gördü.

Feng Sekti lideri, sanki ruhu çekilmiş gibi delirdi ve sonunda derin bir uykuya daldı.

Feng Sekti ne olduğunu bilmiyordu, sadece “liderimiz inzivaya çekildi” dediler. Ama gerçeği sadece Hua Xin biliyordu: Sekt lideri şu anda karmik zaman çizgisindeydi.

Bu, Hua Xin’in ilk planına tam uymuyordu. Çünkü liderin durumu, karma düğümünün gerçek bir dünya olmadığını açıkça ortaya koyuyordu: Her şey tıpkı ayna içindeki ay veya sudaki yansıma gibiydi.

Karmik düğüme neden olan kişi, eninde sonunda perişan olacaktı. Dahası, düğüm içindeki her şey gerçek dünyayı da etkileyebilirdi.

Hua Xin tüm bunların bilincindeydi.

Fakat “ayna içindeki ay” çok baştan çıkarıcıydı.

Yine de Feng Sekti’nin lideriyle olan kader bağlantısı sayesinde karmik düğüme girdi ve gerçek dünyada uygulanamayan yasak büyüyü, karmik düğümdeki Dabei Vadisi’nin dibine yerleştirdi. Birlikte büyüyen sarmaşıkların gücüyle, canlılardan et ve ruh özü çekerek gerçek dünyadaki Yun Hai’nin ruhuna çok az da olsa bir yaşam enerjisi sağlamayı umdu.

Kendine defalarca karmik düğümde gördüğü hiçbir şeye inanmaması, asla kendini kaptırmaması gerektiğini hatırlattı.

Ama buna rağmen karmik zaman çizgisindeki Xiandu’da bir gün “Yun Hai” adında bir ölümsüz memurun bir emirle Dabei Vadisi’nin dağ tanrısı olduğunu duyunca, dayanamayıp işe biraz müdahale etti.

Sonuç olarak, Yun Hai’nin yönettiği Dabei Vadisi artık ıssız bir yer olmaktan çıktı. Arabalarla insanlar akın etti, tütsü ve dualar hiç eksik olmadı. Böylece orada tapılan dağ tanrısı, artık insanların onu unutmasından korkmaz hâle geldi, dünyadan silinmekten kurtuldu.

Ama Hua Xin o karmik düğümdeki Dabei Vadisi tanrısıyla yüz yüze gelmekten hep kaçındı. Çünkü onunla gerçekten karşılaşırsa, hayali bir yansıma bile olsa gerçekmiş gibi kabul etmekten korkuyordu.

Bu yüzden bir parça ruhunu karmik zaman çizgisinde bırakıp kendisi gerçek dünyaya döndü.

Sonraki uzun yıllar boyunca hep başka yollar aramaya devam etti.

Zira artık ilahi ağacın mühürlendiği yeri ve bu yerin Feng Sekti tarafından korunduğunu biliyordu. Er ya da geç, Dabei Vadisi’nin dibinde yatan o kişiyi gerçekten diriltmenin bir yolunu bulabileceğine inanıyordu.

Sonraki yıllarda, Hua Xin birçok kişinin ellerini ödünç aldı,* Feng Sekti’nin liderinin karmik düğümü bu konuda tek örnek değildi. Ama diğer karmik düğümlere bir daha asla bizzat girmedi. Sonraları fark etti ki o karmik düğümler birer birer ortadan kayboluyordu; o eğri yollar, tekrar tekrar bir güç tarafından doğru yola çekiliyordu.

[ÇN: Kendi çıkarları için başkalarını kullanmak.] 

Ve işte o zaman nihayet anladı: gerçekte tüm dünyayı yöneten kişi “Lingwang”dı.

Artık kendini frenlemek adına ufacık bir “burada durmalıyım” pişmanlığı bile duymuyordu.

Yıllar önceki ustası bir keresinde ona şöyle demişti: “Eğer hep böyle kalabilirsen, bu iyi bir şey.”

Ama aslında bu sözün yarısı eksikti— eksik olan kısmı şuydu: “Ancak bir gün korumak isteyeceğin biri ya da saplantı hâline getireceğin bir şey olursa, çok kolayca yoldan çıkarsın.”

İronik olan ise şuydu, bu yolun yanlış olduğunu biliyordu.

Fakat Hua Xin bir kez daha, sonra bir kez daha denemeye devam etti. Ve gittikçe daha çok emin oldu ki Lingtai göksel yasaları bu yanlış yola gerçekten göz yumuyordu.

Bir ara içinden merak etti: Göksel yasa buna niye göz yumuyordu? Hua Xin ya da Yun Hai’yi mi koruyordu? Bu mümkün değildi. Ama zamanla ufak bir şey sezmeye başladı.

Lingwang sanki bilerek ya da bilmeyerek, Lingtai göksel yasalarına karşı koyuyordu.

Ve göksel yasa da buna karşılık, bu başkaldırıya sessizce göz yumarak, hatta alttan alttan teşvik ederek bastırıyordu.

O sırada Hua Xin de tam olarak bu çatışmanın bir anına tanıklık etti ve bu durumu kendi lehine kullandı.

Yaptığı her şey, göksel yasanın “desteklediği” o karmik düğümle uyumluydu.

Bu muhtemelen Lingtai’nin ölümsüz lideri olmanın en ironik işleviydi.

Ama pek de umursamıyordu.

Hua Xin hep böyle düşünmüştü. Sonraki gelişmeler de onun bu düşüncelerini doğruluyor gibiydi.

Ta ki… yirmi beş yıl önce, Xiandu’nun çöktüğü, tüm ölümsüzlerin neredeyse yok olduğu güne kadar.

İşte o gün aniden tüm tahminlerinin pek de doğru olmayabileceğini fark etti.


Medya: Sang Feng

Etiketler: novel oku Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel], novel Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel], online Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] oku, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] bölüm, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] yüksek kalite, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] light novel, ,

Yorum