Çevirmen: Khentimentiu
“İlginçmiş. Sahneyi kendi başına mı yorumladın?”
“Evet.”
“Daha önce hiçbir oyuncunun Lebedev’i Nikolai’yi ikna etmeye çalışmasını bu şekilde canlandırdığını görmemiştim. Genelde oyuncular coşkulu bir şekilde Nikolai’nin tutkularını ortaya çıkarmaya çalışırlar. Ama Yoon Hye-an bu sahneyi acınası bir şekilde yorumladı, bu da oldukça sıra dışıydı.”
“Nikolai, Sasha’dan aldığı en saf ve tutkulu sevgiye rağmen, hâlâ kendini çaresiz hissediyordu. Ben de düşündüm ki… Belki Lebedev bu yüzden ona derin bir merhamet duyuyordur. Çünkü hayattaki hiçbir mutluluk onu kurtaramaz gibi geliyordu.”
“Hmm… Tamam, keyif aldım. Başka sorusu olan?”
Neyse ki, yönetmenin yüz ifadesi kötü değildi.
“Anton Çehov’u sever misin?”
Bu kez sorunun tonu anlamaya yönelikti. Ama Choi Hong-seo cevap vermeden önce, adam soruya saldırgan bir tonla ekledi:
“Seviyor gibi durmuyorsun da.”
“Sevdiğimi söyleyemem, ama onun birçok eserini çalıştım. Sadece ben değil, birçok oyuncu Çehov’un eserlerini defalarca çalıştı. Zaten çok tanınmış bir yazar.”
Adamın yüzünde cevaptan sonra en ufak bir değişiklik olmadı. Bu değişimsizlik, aslında ruh halindeki düşüklüğü açıkça ortaya çıkarıyordu. Yoon Hye-an’a dair hiçbir şeyi beğenmediği çok belliydi.
Parmaklarını Choi Hong-seo gibi kıvırarak oturmak bile huzur vericiydi. Anton Çehov’un eserlerini seçmek bile onun gibi olmaktı sanki.
“Bu rolün asıl sahibinin Choi Hong-seo olduğunu biliyor muydun?”
“…Evet.”
“Peki, Choi Hong-seo’yu referans aldın mı?”
“…”
“Açıkça soruyorum, taklit etmenin sana avantaj sağlayacağını mı düşündün?”
Kullandığı kelimeler yumuşak görünse de, oldukça sertti. Ses tonunu yükseltmeden, rahatsızlığını açıkça belli etti.
İşte o an, her yerimde hissettim o sızıyı. O adamın beni sevmediğini ilk kez o zaman anladım.
Dışarıdan bakıldığında Yoon Hye-an gibi görünsem de, içimde her şey Choi Hong-seo’ya aitti. Anıları, alışkanlıkları, zevkleri, yetenekleri… Sevgisi bile.
Başından sonuna kadar. O adamdan böyle soğuk, anlam dolu gözler görmek… Bir ilkti.
Daha önce hep özenli, sıcacık, nazik ve sevgi dolu gözlerle bakardı bana. O yüzden verdiği acı bu kadar yabancı geldi.
“Ben sadece hissettiğim gibi oynadım. Taklit etmedim.”
Gözlerinin içine bakarak sakin bir şekilde cevaplamaya çalıştım. Ama sesim titredi, çünkü içimdeki hüznü bastırmaya çalışıyordum.
Dudaklarını büzüp bakışlarını benden kolayca çekti. Sanki ilgisini çoktan kaybetmiş gibiydi. Sanki önemsizdim. Kalemini masaya koydu, geriye yaslandı, kollarını göğsünde kavuşturdu ve düz bir sesle konuştu:
“Başka soru yoksa, senaryoya geçelim.”
Ne hüzün ama…
Ailesi sadece kazandığı parayla ilgilenmişti. Ünlü bir CEO tarafından kullanılmış, tehdit edilmişti. Ama hiçbirinde böyle hissetmemişti.
Choi Hong-seo için “hüzün” lüks bir duyguydu. Sadece fazlasıyla sevgi görmüş çocukların hissedebileceği bir şeydi. Kendilerine yönelmiş ilgiyi bir an bile başkasına kaymasına tahammül edemeyecek kadar şımartılmış çocukların duygusuydu.
Ve işte bu yüzden, doğduğundan beri ilk kez böyle derin bir hüzün hissetti. Çünkü ona bu hüznü yaşatabilecek tek kişi o adamdı.
Otelin otoparkından araç çıkar çıkmaz, Lee Hae-seong kol dayamasında duran sigara paketini aradı. Sigara çıkaran eli, her zamankinden daha yavaştı. Dalgın birinin, düşünceler içinde kaybolmuş birinin hareketi gibiydi.
Benzerlerdi…
Hiç böyle düşünmemişti.
Yumuşak alın ve yanaklara rağmen keskin çene hattı, hem nazik hem güçlü duran bakışlar, beyazdan çok şeffaf cilt tonu… Parça parça bakınca benziyorlardı belki. Ama sektörde böyle yüz hatlarına sahip yüzlerce insan vardı.
Hae-seong’un gözleri kısıktı, cama bakıyor ama aslında hiçbir şeyi görmüyordu. Sigarayı her zamankinden daha derin çekerken, yanakları çökmüştü.
Nefes alırken parmaklarını teker teker büktüğünü görünce artık kendini tutamadı. Bu, Choi Hong-seo’nun yıllardır süregelen bir alışkanlığıydı. Hae-seong’a da geçmişti bu hareket.
Bu, hayranlar arasında bile bilinen bir alışkanlıktı. Ve aslına bakılırsa çok da sıra dışı bir davranış değildi. Ama bu kadar benzerlik… Kafasını karıştırmıştı. Yoon Hye-an sahnede Çehov oynamaya başladığında, artık bunun tesadüf olamayacağını düşünmüştü.
Benzemeye çalışmıyordu. Taklit ediyordu.
Acaba fazla mı düşünüyorum?
İlk tanıştıkları gün Choi Hong-seo’nun Anton Çehov sahnesi oynadığı bilgisi sadece o resepsiyon odasındaki kişiler tarafından biliniyordu. Belki oradan sızmıştır. Belki sadece tesadüfler zinciri…
Kendini böyle ikna etmeye çalışsa da içindeki huzursuzluk geçmek bilmedi.
O oyuncu, Choi Hong-seo’ya ait olan biricik şeyleri elinden almış gibi hissediyordu. Sanki onun anılarını bile çalmıştı. Sanki yıllardır kıyamayıp dokunamadığın pastayı biri gelip çatalıyla paramparça etmişti.
Yarıya kadar yanmış sigaranın külü düşerken, Lee Hae-seong yorgun bir sesle konuştu:
“Yönetmen.”
“Evet, Başkan Yardımcım?”
Ön koltukta oturan Yönetmen Kang, arkaya doğru yarı dönerek yanıtladı.
“Yoon Hye-an hakkında…”
“Evet?”
“Hong-seo’yla yakın mıydı?”
“Hayır, listede onun adını görmedim.”
Yönetmen Kang’ın böyle bir bilgiyi karıştırması mümkün değildi.
‘X Grubu Skandalı’ davası devam ederken, Lee Hae-seong Choi Hong-seo’nun çevresiyle ilgili kapsamlı bir araştırma yapılması talimatını vermişti. Savcılıktan bağımsız olarak, kendi kanıtlarını toplamak için.
Aile ilişkileri, yakın çevresi, geçmişte çalıştığı kişiler…
Hatta, o sırada tutuklu yargılanan UB Ajansının başkanı ile bile irtibata geçmişti. O zamanlar Myung Do-hoon, tamamen Lee Seo-kyung tarafından ihanete uğramıştı. Bu yüzden Hae-seong’a bilgi vererek hem cezasını azaltmayı hem de Seo-kyung’dan intikam almayı ummuştu.
‘Her aile aynı değildir. Kavga eden, çocuklarıyla ilgilenmeyen ebeveynler, sandığınızdan çok daha fazlalar. Etrafında böyle çocuklar olan oyunculardan duyduğumda, “Getirin onları” derim. Ne yıldız gibi parlayan ne de çok kötü görünen, boş boş dolaşan çocuklar…’
Myung, o gün böyle anlatmıştı.
O sektörde bu yöntemlerin olağan olduğunu söylemişti. Kendi isteğiyle gelen çok oyuncu vardı ama gerçekten para kazandıranlar çok azdı. Bu yüzden kimse çamurun içinde inci bulmayı beklemiyordu.
‘Başta sadece “Takılmaya gel” derim. Arkadaşlarını getir, içki içelim, şarkı söyleyelim. Sonra içlerinden biri gözüme çarparsa, ona iyi davranırım. Bir mekan sahibi gibi değil de, abi gibi. Böylece sektöre karşı güvensizliklerini kırarım.’
Gözüne kestirdiği “çok para getirecek” kişilerden biri Choi Hong-seo’ydu. Ne yazık ki…
‘Sektöre alışınca, “Oyuncu eksiğimiz var, bir günlüğüne destek ol” diye rica ederim. Önce arkadaş hatırına kabul eder. Sonra da bir kafede çalışsa haftalarca kazanamayacağı parayı bir günde cebine koyarım, sanki teşekkür parasıymış gibi.’
Ve işte böyle, farkına bile varmadan adım adım planlı bir tuzağa sürüklenirlerdi.
‘Herkese öyle emek harcamam. Gerçekten VIP’lere pazarlanacak “üst segment” çocukları seçerim. VIP oldukları kesinleşirse, işe başlarım. Kağıt üstünde her şey yasal ve gönüllü görünür. Bu yüzden de kimse yasalara takılmaz.’
Ve Kang’ın getirdiği kayıtta, Başkan Myung şu cümleyi eklemişti:
‘Lee Seo-kyung’un özel olarak fotoğrafını çektiği çocuk, Hong-seo’ydu.’
Yorum