Koyu Switch Mode

Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama

A+ A-

Çevirmen: Ari


Bölüm 103: Sorgulama

Dabei Vadisi’nin derinliklerine inen kişi, Xiao Hu’ydu.

Başlangıçta sadece “Li” Konağında kalıp, Genç Efendi Feng Xueli’nin bedenine göz kulak olmayı planlıyordu. Hatta içinden şöyle geçirmişti: Hua Xin’in ruhsal bilinci bedeni terk ettiğine göre, belki de gerçek Feng Xueli bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkabilirdi.

Fakat beklediği o ruh ortaya çıkmadı. Aksine Feng Xueli’nin dudak kenarından aniden kan sızdığını gördü.

Anında irkildi, hızla elini uzatıp ruh kalıntısını kontrol etti. Muhtemelen Hua Xin’in ruhsal bilinci bir sorunla karşılaşmış, bu da bedenle ruh arasında büyük bir çatışmaya ve kalp yarasına neden olmuştu. Bu yüzden kan sızmıştı.

Endişeliydi. Bedenin tamamen zarar görebileceğinden korkuyordu. Sonunda dişini sıktı, kendi ruhsal bilincini ayırarak onu takip etti.

Zhaoye Şehri’ndeki iblisler genellikle astlarının bedenlerine bir mühür bırakırdı ki, acil durumlarda anında çağrılabilsinler. Aslında Feng Xueli bu uygulamayı benimsememişti ama Xiao Hu kendi isteğiyle mühür yaptırmakta ısrarcı olmuştu.

Yirmi yıldan fazla bir süredir böyle yaşamışlardı. Hiç beklemediği bir anda, bu mühür işe yaradı.

Xiao Hu’nun ruhu bedenden ayrılır ayrılmaz Dabei Vadisine, Hua Xin’in yanına gitti.

Ve o anda gördüğü sahne şuydu: onlarca kutsal sancak, Hua Xin’i boğmak üzereydi. Şaşkınlıkla haykırdı:

“Ölümsüz Mingwu!”

Sonraki anda ense kökündeki mühür birden kızıştı, kulağına bir ses iletildi.

Bu Hua Xin’in sesiydi. Aşırı zayıf olsa da kesin bir uyarı içeriyordu: “Sakın bahsetme.”

Xiao Hu donakaldı. “Ne?”

Bir başka ruhani ileti hemen ardından geldi: “Onun önünde o unvandan sakın bahsetme.”

O an sancakların üzerinde yeşil cübbeli bir ölümsüz memurun olduğunu fark etti.

O kadar hızlıydı ki yüzünü seçemedi. Ama vücut hareketleri ve saldırı tarzı tanıdık geliyordu.

Derken fark etti ki, bu ölümsüz memurla aslında hiç tanışmamıştı. Ona tanıdık gelen şey, “Li” Konağı’ndaki yüzü olmayan gençlerin hareketlerinde bu adamdan izler taşımasıydı.

O memur “Ölümsüz Mingwu” kelimelerini duyduğunda tüm vücudu sarsıldı. Hua Xin’e doğru savurduğu eli titredi, aniden başını kaldırdı ve o tarafa baktı. Gözlerinde hem şaşkınlık hem de tanımlanamayan bir endişe vardı.

Xiao Hu onun dudaklarının kıpırdadığını gördü, sesi neredeyse duyulmuyordu: “Kim dedin?”

Xiao Hu cevap vermek istedi ama az önce Hua Xin’in yaptığı uyarıyı hatırlayıp yutkundu.

Yun Hai’nin gözünde yalnızca kısa bir tereddüt yaşayıp yardım etmeye gelen biri gibi görünüyordu.

Xiao Hu’nun yüzünde her daim sabit bir gülümseme vardı. Bu da onu sinsi planları olan biri gibi gösteriyordu. Az önce söylediği “Ölümsüz Mingwu” sözleri bile sanki dikkat dağıtmak için söylenmiş gibiydi.

Ama…

Yun Hai’nin içindeki şaşkınlık dağılmamıştı. Kalbi aniden bir darbe yemiş gibi oldu, ardından çılgınca atmaya başladı. Oldukça rahatsız edici bir histi. Sanki gerçekten paniğe kapılmıştı.

Ama neden paniğe kapılsındı?

Ölümsüz Lider Mingwu şu anda muhtemelen Lingtai’nin zirvesinde oturuyordu. Etrafında birtakım kuralları kopyalayan sıkıcı ölümsüz görevliler ve hizmetliler vardı.

Önündeki bu kişi ise sancaklarla boğulmak üzereydi. Bedeninin duruşu düzgün, ölümsüz havası taşıyor olsa da, etrafını saran aura şeytaniydi. Omuzlarından yüzünün yarısına kadar yayılan çiçek desenli dövmelerle hem tanrısal hem de uğursuz bir görüntüye sahipti.

İkisi birbirinden tamamen farklı kişilerdi. Hiçbir bağları olamazdı.

Yun Hai dalgınlaştığı o an, sancaklarla sıkıca bağlanmış kişi bir açık yakaladı ve ani bir karşı saldırı yaptı.

Bir anda, onlarca sancakta yırtılma sesi duyuldu.

Yun Hai’nin yüzü sertleşti. Demek doğruydu.

Bu karşı saldırı her şeyi ispatlıyordu: az önceki “Ölümsüz Mingwu” sözü bir oyundan ibaretti. Onun dikkatini dağıtıp açık vermesini sağlamıştı.

Sancaklar yırtıldığında, az önce neredeyse öldürülecek olan kişinin yüzü kısmen ortaya çıktı. Aşırı zayıftı ama hafifçe gülümsüyordu.

O gülümseme o anda bir alaycılık taşıyordu. Sanki şöyle diyordu: “Ölümsüz Mingwu” unvanı hâlâ işe yarıyor demek, seni kandırabildim.”

İşte tam o anda, Yun Hai kesin olarak anladı ki oyuna gelmişti.

Çünkü gerçek Hua Xin, asla böyle bir ifadeyle gülümsemezdi.

Yun Hai’nin zihnindeki düşünceler bir anda dağılıp gitti.

Yüzü sertleşti, sancakların parçalarını bir araya topladı, ardından kararlı bir saldırıya geçti.

Güçlü silueti yıldırım gibi parladı, beyaz sancaklar arasında bir şimşek gibi ilerledi.

Hua Xin omuzları yere çarptığında, yeşil cübbeli siluetin öldürücü darbeyle üzerine geldiğini gördü. İçinden düşündü: “Bu manzara, yüzlerce yıl önceki Dabei Vadisi’yle gerçekten çok benzer.”

Demek ki o zamanlar Yun Hai’nin gördüğü sahne böyleydi.

Kılıcını sırtına almış, şeytani kara sislerin içinden geçerek, kılıcını acımasızca savurmuştu.

Fakat o zamanlar Yun Hai, kılıçla delinirken gülümsüyordu. Şimdi ise Hua Xin gülümseyemedi.

Hep o sevgili öğrencisinden şikâyetler dinlemişti: “Ölümsüz Lideri güldürmek imkânsız, beni gerçekten zorluyor.”

Bu sözleri hiç anlayamamıştı. Ta ki bu ana kadar. “Gerçekten de zor.”

“Sana çok zorluk yaşattım.”

Hua Xin, Yun Hai’nin hızla yaklaşan figürünü sabit bakışlarla izledi. Gözlerini bir an olsun kırpmadı.

Öldürücü saldırı ruhunu dağıttığı an, elini hafifçe kaldırdı.

O el, Yun Hai’nin sırtına dokunduğunda, ruh parçası toz gibi dağıldı.

Yun Hai’nin gözleri bu tozla kısa süreliğine bulandı.

Gözlerini kapatıp tekrar açtığında, altındaki taş zemin artık boştu. O büyülü düzeni kuran kişi ortalıkta yoktu.

Ölmüş müydü yoksa kaçmış mıydı?

Yun Hai sersemlemişti. Uzun süre orada öylece durdu, sonra yavaşça ayağa kalktı.

Onlarca beyaz sancak paramparça olmuştu. Az önceki saldırının etkisiyle yükseğe savrulmuşlardı ve şimdi yavaşça yere iniyorlardı.

Yun Hai o parçaların arasında öylece dikiliyordu.

Halbuki bir çağrı üzerine, görev bilinciyle buraya, Dabei Vadisi’ne gelmişti. Karşısındaki açıkça bir iblisti. Ama şimdi içini kaplayan şey sadece boşluktu.

Etrafına bir göz attı, içinden hiçbir şey yapmak gelmedi. Sessizce sarmaşıkları söktü, büyülü oluşumu yok etti.

Sarmaşıkları kökünden söktüğü an, kalbi aniden hızla çarpmaya başladı. İçini kemiren o rahatsız edici his yeniden belirdi.

Elindeki sarmaşıklara baktı: üzerindeki çiçek desenleri bir anda soldu, kuruyup döküldü. Toprakla karışıp yok oldular. Sanki içindeki ölümsüz gücün bir kısmı onunla beraber çekilip gitmişti.

Kaşlarını uzun süre çattı, ardından bir tılsım kâğıdı çıkardı. Havadan bir fırça çıkarıp üzerine yazdı: “Dabei Vadisi’nde tuhaf bir şeyle karşılaştım. Sormam gereken bir iki şey var. Ölümsüz Lider şu an Lingtai’de mi, yoksa sarayda mı?”

Tılsımı gönderdi ve anında yanıt aldı.

Açıp baktığında tanıdık bir el yazısı vardı. Hua Xin’in el yazısıydı: “Lingtai’deyim, şu an meşgul değilim. Ne oldu?”

Yun Hai birdenbire rahatladı.

Kalemi alıp yanıt verdi: “Çok tuhaf bir iblisle karşılaştım. Uzun hikâye, dönünce anlatırım.”

Tılsımı savurdu. Daha fazla kalmak istemediği için, ardında kalan enkazı bile toplamadan ayrıldı.

Etiketler: novel oku Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama, novel Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama, online Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama oku, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama bölüm, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama yüksek kalite, Unseen Immortal Of Three Hundred Years [Novel] Bölüm 103: Sorgulama light novel, ,

Yorum