Çevirmen: Khentimentiu
Mu Qing Tian başını salladı.
“Sanki büyükbabayla fazla vakit geçirmemizi istemiyor gibi.”
“Evet.”
Mu Yi Fan da aynı şeyi düşündü ve hemşireye olan şüphesi iyice arttı. “Büyükbabayla sadece birkaç kelime ettim, hemen beni uzaklaştırmaya kalktı. Sanki bir şeyleri fark etmemden korkuyormuş gibi davrandı. Üstelik ilaç saati gelmek üzereyken, neden birkaç gün sonra görmeye gelebileceğimi söylüyor? Yarın da gelebilirim, değil mi?”
Büyükbabanın istirahatini bölmediği sürece, hemşirenin Mu Xiao Hu’ya yaklaşmasını engellemek için özel bir sebebi olmamalıydı.
Mu Yi Fan içten içe şüpheliydi ama elinde kanıt yoktu. Bu yüzden konuyu dolaylı yoldan araştırmak için mutfağa gitti. Oradaki çalışanlarla dostça birkaç laf ettikten sonra gayet sıradan bir şekilde lafa girdi.
“Az önce doktor Ye, Yi Hang’ın yarasını tedavi etti, gerçekten çok iyi bir doktor. Büyükbabamla ilgilenen hemşire de çok dikkatli. Acaba daha önce hangi hastanede çalışıyorlardı? Kim bu kadar akıllıca davranıp onları bizim tıbbi ekibimize aldı acaba?”
Mutfaktaki adam güldü.
“Buradaki sağlık görevlilerinin hepsi B Şehri Birinci Hastanesi’nden. O hastaneden çıkan doktorlar kötü olur mu hiç? Kıyamet koptuktan sonra hanımefendi onları çağırıp buraya getirdi. Gerçekten iyi kalpli bir insan.”
“…”
Zhao Yi Xuan iyi kalpli biri mi?
Eğer gerçek dünyadaki Zhao Yi Xuan olsaydı, evet, şüphe etmezdi. Ama bu bir romanın içiydi ve oradaki Zhao Yi Xuan, Mu Xiao Hu’nun başına gelenlerin arkasındaki kişi olabilirdi.
Üstelik, artık mutfaktaki adam bile Zhao Yi Xuan’ı övüyorsa, demek ki binadaki neredeyse herkes onun tarafından ‘ikna edilmişti’.
Mutfak çalışanı uzaklaştıktan sonra Mu Yi Fan, “Qing Tian, bana alanındaki Özel kaynak suyundan biraz verir misin?” diye sordu.
Mu Xiao Hu’nun bedeninde ne olursa olsun, bu suyu içince en azından biraz iyi olacağını düşünüyordu.
“Tabii,” dedi Mu Qing Tian ve uzayından küçük bir şişe su çıkararak babasına verdi.
Mu Yi Fan şişeyi aldı ve fırsatını bulduğunda büyükbabasına içirecekti.
Ama ne yazık ki öğleden sonra boyunca beklemesine rağmen Mu Xiao Hu’nun odasına girme fırsatı bulamadı.
Akşam saat altıda, Mu Yue Cheng ve Zhao Yi Xuan öfke ve hiddetle binaya geri döndüler. Daha ilk bakışta, Mu Yi Hang için adaletin sağlanamadığı anlaşılıyordu.
Zhao Yi Xuan, sinirinden sofraya bile oturmadı. Hele ki Mu Yi Fan masadayken, iştahı tamamen kesilmişti ve aşağı kata oğlunun yanına indi.
Mu Yi Fan hemen fırsat kollayarak sordu.
“Baba, Zhan Ailesi’ne gidince ne oldu? Zhan Dede, yani başkan Zhan ne dedi?”
Mu Yue Cheng öfkesini bastırmaya çalışarak bağırdı.
“Zhan Ailesi’nde iki saat oturduk ama başkan Zhan ortalıkta yoktu. Saat beş gibi Zhan Ailesi’nin yaşlı kahyası gelip bize, başkanın Zhan Bei Tian’la birlikte dışarı çıktığını söyledi.”
Bardaktaki suyu bir yudumda içip öfkesini bastırmaya çalıştı.
“Boş ver onları, yarın yine gideceğim başkan Zhan’ın karşısına. Mu Ailesi’nin hakkını nasıl vermezlermiş, göreceğiz!”
“Baba, bence bir daha gitmesen daha iyi olur.”
Mu Yue Cheng kaşlarını çattı.
“Nedenmiş o?”
“Çünkü elimizde Zhan Nan Tian’ın Yi Hang’ı yaraladığına dair hiçbir kanıt yok. Gitsen ne olacak? Zhan Ailesi bunu kabul eder mi? Sadece, ‘Elinizde kanıt var mı?’ diye soracaklar. Ya da ‘Yi Hang kışkırttı’ deyip üstünü kapatacaklar. Boşu boşuna gitmiş olacaksın. Hadi diyelim üstlerine gittin, ne olacak? İnsanlar sana mı inanacak onlara mı? Bence Zhan Nan Tian’ın neden Yi Hang’ı hedef aldığını anlamaya çalışalım ve elimizde somut bir kanıt olduğunda harekete geçelim.”
Mu Yi Fan, hem gerçeği söylüyordu hem de babasının onu durduk yere zor durumda bırakmasını istemiyordu. Zhan Ailesi ile tanışmadan önce, kendisine dair kötü bir izlenim oluşmasını engellemeliydi.
Mu Yue Cheng bu sözleri mantıklı buldu.
Daha önce de Mu Yi Hang’ın intikamını almak için Zhan Ailesi’ne gittiklerinde, kanıt olmadığı için eli boş dönmüşlerdi. Bu yüzden bir dahaki sefere, ellerinde sağlam bir kanıtla gidip hesabı öyle sormaları gerektiğini fark etti.
“Tamam, ne yapacağımı biliyorum.” Ardından hemen konuyu değiştirdi: “Bugün büyükbabanı görebildin mi? Seni görünce bir tepkisi oldu mu?”
Mu Yi Fan bu konuyu zaten düşünüyordu, babası sorunca hemen cevapladı.
“Evet, ona torununun çocuğu olduğunu söyledim, parmakları hafifçe kıpırdadı. Bu yüzden yarın Qing Tian’la birlikte tekrar gidip görmek istiyorum. Dört kuşak bir arada olunca belki daha da iyi hisseder.”
Mu Yue Cheng “dört kuşak” sözünü duyunca yüzündeki öfke yumuşadı.
Ama ertesi sabah, Mu Yue Cheng bir iş için tekrar dışarı çıktı.
O sırada, Mu Yi Hang, yarasından kaynaklı ateşlenip bayılınca, Mu Yue Cheng hem telaşa kapıldı hem de büyükbabayı görmeye niyeti kalmadı.
Bu yüzden üç gün boyunca işler uzadı. Ta ki Mu Yi Hang kendine gelip, Mu Yue Cheng rahat bir nefes alana kadar.
Mu Yi Fan ise fırsatı kaçırmak istemedi. Zhao Yi Xuan’ın kahvaltı için aşağı katta olduğu bir anda, hemen bahaneyle babasını da yanına alarak 79. Kata, Mu Xiao Hu’nun odasına çıktı.
Kapıda yine o günkü orta yaşlı hemşire vardı. Mu Yi Fan’ı görünce kaşlarını çattı ama Mu Yue Cheng de yanında olduğu için ses çıkaramadı.
Mu Yi Fan, kadını görür görmez konuştu.
“Hemşire Teyze, oğlum için bir bardak süt alabilir misiniz?”
Kadın, çatılmış kaşlarıyla cevapladı.
“Burada süt yok.”
Mu Yue Cheng hemen araya girdi.
“Askerlerden süt tozu isteyin, getirsinler.”
Kadın, Mu Yue Cheng’e karşı gelemeyeceğini bildiğinden, “Zaten içeride bir şey olmaz” diye düşünerek hemen asansör yönüne doğru hızla uzaklaştı.
Hemşirenin ayak sesleri uzaklaşınca, Mu Yi Fan, Mu Qing Tian’ın verdiği kaynak suyunu hemen cebinden çıkardı. Bir bardağa döküp, pencere kenarındaki büyükbabasına içirdi.
Bardağı yerine koyduktan sonra, “Büyükbaba, seni görmeye babamla geldim. Bizi duyabiliyor musun?” dedi.
Daha sözünü yeni bitirmişti ki, hemşire büyük bir aceleyle geri geldi.
“Amiral Mu, yaşlı adamın ilaç saati geldi. İlaçtan sonra da mutlaka dinlenmesi gerekiyor.”
Yine aynı replik.
Mu Yi Fan kaşlarını çattı.
“Bu hemşirede bir gariplik var.”
Mu Yue Cheng de aynı şekilde kaşlarını çattı.
“Her geldiğimde ya ilaç vakti oluyor ya da uyku saati.”
İç geçirdi, sonra da oğluna döndü.
“Hadi, sonra tekrar geliriz.”
Ama Mu Yi Fan olayın tam ortasında sahnenin hemen kapanmasını istemiyordu. O yüzden odadan çıktıktan sonra öneride bulundu.
“Baba, hadi kahvaltımızı bu binada yapalım. Hem süt tozu geldiğinde hemen oğluma süt verebilirim.”
Mu Yue Cheng başını salladı.
İkili, yemek salonuna doğru ilerlerken, birden asansör ‘ding’ sesiyle açıldı.
İçeriden dört kişi çıktı: İki orta yaşlı erkek ve iki orta yaşlı kadın. Üzerlerinden yorgunluk akıyordu, uzun bir yolculuktan geldikleri belliydi.
Mu Yi Fan onları görünce hemen seslendi.
“İkinci Amca, Üçüncü Amca, İkinci Yenge, Üçüncü Yenge! Geri döndünüz!”
Dördü de onu görünce gülümsedi.
Mu Yi Fan’ın annesi hayattayken bu aile bireyleriyle çok yakındı. Zaten kıyamet öncesinde, Mu Ailesi’nin çoğu kişisi, Mu Teknoloji Grubu’nda çalışıyordu. Bu grubun B Şehri şubesini Mu Yi Fan onlar için açmıştı. Hepsi, Mu Yi Fan’ın ilgisine minnettardı ve annesinin vefatından sonra şirketi en iyi şekilde yürütmeye çalışmışlardı.
“Yi Fan, sonunda B Şehri’ne geldin! Üçüncü Amca yol boyunca başına bir şey gelmesinden çok korktu,” dedi Mu Yue Fang neşeyle.
“Ben dedim sana, Yi Fan güçlüdür, bir şey olmaz diye,” dedi diğeri.
Mu Yi Fan gülümsedi: “Sizi endişelendirdiğim için üzgünüm. Yolculukta birkaç olay oldu, bu yüzden biraz geciktim. Ama üç dört gündür buradayım, siz neden ancak şimdi döndünüz?”
İkinci Amca Mu Yue Zhi cevapladı.
“B Şehri’ne yakın kasabalarda artık malzeme kalmadı. Uzaktaki bölgelere gidip gelmek de üç dört gün sürüyor.”
İkinci yenge derin bir nefes aldı: “Ve giderek malzeme bulmak zorlaşıyor. Yakında helikopterle başka yerlere gitmek zorunda kalacağız sanırım.”
Daha sözünü yeni bitirmişti ki, bir koku aldı.
“Bu ne kokusu? Ne kadar kötü kokuyor böyle?”
Mu Yue Cheng de eliyle burnunu kapattı.
Mu Yi Fan, Mu Xiao Hu’ya içirdiği suyun etkisini göstermeye başladığını anladı.
“Sanki büyükbabanın odasından geliyor bu koku.”
Hemen oraya doğru yürüdü. Adımlarını sessizce attı ve kapıya yaklaşınca içeriden gelen çatırdayan sesleri ve ardından gelen öfke dolu bir küfrü duydu.
“Geberip gitmeyecek misin sen be ihtiyar herif?! Ne zaman öleceksin de, seninle uğraşmak zorunda kalmayacağım?!”
Mu Yi Fan’la birlikte gelen Mu Yue Cheng ve diğerleri bu sesi açıkça duymuştu. Hepsinin yüzü anında değişti.
Mu Yi Fan, hemşirede bir gariplik olduğunu zaten düşünüyordu ama şimdi duydukları onu iyice öfkelendirdi. Hemen rüzgâr yeteneğini kullanarak, kapıyı hızla açtı…
Yorum