Çevirmen: Khentimentiu
“Dane!”
“Ne? Sen burada mıydın?”
“Nerelerdeydin sen? Niye bu kadar geç geldin?!”
Dane Striker içeri adımını atar atmaz, orada toplanmış ekip üyeleri şok içinde üzerine soru yağdırmaya başladı. Ama Dane tek kelime etmeden elindekini yere fırlattı.
Güm.
Yere düşen ağır bedenin sesi ortalığı inletti. Gördükleri şeyle birlikte herkesin rengi attı.
Zaman durmuş gibiydi.
Grayson Miller, baygın halde yerde yatıyordu.
Dev gibi vücudunda en ufak kıpırtı yoktu. Kalın kollar, taş gibi kaslar ve ortalama bir adamın neredeyse iki katı hacmindeki vücudu şimdi zavallı bir şekilde yere serilmişti. O heybetli yaratığın böyle savunmasız halde yatması… Beyinleri kısa devreye uğrattı.
“B-b- bu ne lan?!”
“Bu Miller… Grayson Miller değil mi? Ne oldu buna?!”
“Sen mi bayılttın, Dane?! Ne oldu anlat çabuk?!”
Ekibin her üyesi ayrı bir nedenden ötürü panik içinde bağırıyordu ama Dane sadece yüzünde hâlâ süren hafif bir huzursuzlukla kuru bir cevap verdi:
“Bilmiyorum. Birdenbire bayıldı. Belki kansızdır.”
Kansız mı?! Hadi oradan!
Boyu iki metreyi aşan, ağırlığı yüz kilonun çok üstünde bir adamın kansız olması? Komik bile değildi. Kimse buna inanmazdı. Ama sonuçta Grayson yerdeydi. Baygındı. Ve herkesin kafasında tek bir sonuç şekillenmişti:
Bu dangalak yine Miller’ı yere sermiş.
Başını avuçlarının arasına alıp derin bir iç geçiren Wilkins, dişlerini sıkarak sordu:
“Miller’la karşılaşmadın değil mi?!”
“Büyük ihtimalle hayır?”
Dane’in bu ilgisiz ve yarım ağızla verdiği cevap Wilkins’in şakaklarında zonklamaya yol açtı.
“Kesin konuş lan! Görmedi seni değil mi?!”
“Sanmam?”
Wilkins neredeyse patlayacaktı ki Ezra araya girdi.
“Ne oldu? Doğru düzgün anlat şunu!”
Herkes gözünü dikmiş merakla bakarken, Dane yine aynı vurdumduymazlıkla cevap verdi:
“Bir şey olmadı. Depoda sevişiyordum, bu kapıyı açtı, biraz izledi, sonra bayıldı.”
Dinleyenlerin hepsi “sonra bayıldı” kısmıyla “ben bir tane çaktım” arasında otomatikman bir bağlantı kurdu.
Hah, Tamam. Şimdi her şey yerine oturdu.
Durumu aşağı yukarı çözmüş olan ekip, senkronize bir şekilde harekete geçti. İçlerinden biri Dane’in koluna girdi ve ciddiyetle konuştu:
“Sen bugün buraya hiç gelmedin. Anladın mı?”
Bir diğeri bağırdı:
“Herkes duydu, değil mi? Dane bugün yoktu!”
Ve sanki önceden prova yapmış gibi, hepsi birden Dane’i kapıya doğru iteklemeye başladılar.
“Hadi hadi çık artık. Bugün hiçbir şey olmadı. Anladın mı?”
“Gerisini biz hallederiz. Yürü, hadi çabuk çık şuradan!”
Dane, arkadaşlarının bu panik haline anlam verememiş şekilde yerinden kıpırdamayınca Ezra neredeyse yalvardı:
“O seni arıyor! Görmeden kaç git buradan!”
Ama bu sözler Dane’in merakını daha da alevlendirdi. Gitmek yerine bir adım geri çekildi ve kaşlarını çatarak sordu:
“Beni mi? Neden?”
O güzelim suratı meraktan hafifçe buruşmuştu. Bunun üzerine Wilkins dayanamayıp açıkladı:
“Miller’ı o zaman sen bayıltmadın mı? İşte o yüzden geldi buraya. Seni arıyor.”
Dane bir an durdu. Gözlerinde, alışık olunmayan bir kararsızlık parladı. Ezra hemen atıldı:
“Miller, kendisini bayıltan kişiyi arıyor. Biz de ‘bilmiyoruz’ dedik. Sen de bilmiyormuş gibi davranacaksın. Anlaştık mı? Şimdi hemen çık git buradan!”
Çekiştirildikten sonra, sonunda Dane de pes etti. Söyleneni yaptı ve ayrıldı.
Geriye kalanlar, hızla ortalığı toparlamaya girişti. Neyse ki barın diğer müşterileri alkolden sarhoş olduklarından yaşananları fark etmemişti. Onların da içkiden sersem kafası, o manzarayla kendine gelmişti zaten.
“Hadi taşıyalım. Mekan sahibinden şunu yatıracak bir yer isteyelim.”
“Ben konuşurum!”
Wilkins’in talimatıyla Ezra koşa koşa bar sahibine gitti. Diğer ekip üyeleri, Grayson’ın devasa bedenini dört elle tutup kaldırdılar.
Grayson hâlâ baygındı. Üzerinden her zamanki alfa feromonu yayılıyordu ama bu kez ona karışan, başka bir Omega’nın izleri vardı. Sarhoş adamların burnu bunu fark etmemişti.
***
Grayson gözlerini açtığında, bulanık bakışların altında kaygılı yüzler seçebildi. Tavandaki ışıklar gözünü kamaştırmış, seslerse uzaktan geliyordu. Kulakları çınlıyor, vücudu demir gibi ağırdı.
Ne… ne oluyor lan?
Daha kendine gelmeden etrafından patır kütür sesler yükseldi.
“Miller, iyi misin?”
“Bir yerin ağrıyor mu? Doktor geliyor, azıcık dayan.”
“Ne oldu? Fenalaştın mı? Feromon dengesi falan mı bozuldu?”
Sorular havada uçuştu ama Grayson’ın verecek cevabı yoktu. Çünkü ne yaşadığını o da bilmiyordu.
“Dur, doktor gelmeden-”
Ayağa kalkmaya çalışınca engellemeye yeltendiler ama Grayson onları dinlemedi. Üstünü silkeleyip doğruldu. Ekip huzursuzca kıpırdanırken Wilkins de ortaya çıktı.
“Miller, ne oldu Allah aşkına? Koridorda baygın bulduk seni, buraya taşıdık. Bir şey hatırlıyor musun?”
Herkes içinden aynı şeyi geçirdi:
Ya Dane’in yüzünü gördüyse?!
Şanslarının yaver gitmesini dileyerek Grayson’a odaklandılar. O ise dişlerini sıkarak, öfkeyle mırıldandı:
“Hatırlamıyorum.”
“Ne?”
Şaşkın bakışlar ona çevrildi. Grayson homurdandı:
“Hiçbir şey hatırlamıyorum dedim! Ne oldu lan bana?!”
Göz göze geldiler ama kimse cevap veremedi.
Oh be…
Herkes derin bir nefes aldı. Grayson ise saçlarını karıştırıp küfretti:
“Siktir.”
Odada kimse konuşmadı. Tek sinirli olan oydu. Alt dudağını ısırıp düşüncelere daldı.
***
Ne yaşadım ben?!
Grayson, dönüş yolunda arabayı kullanırken sinirli sinirli düşünüyordu. Ne kadar uğraşsa da hatırlayamıyordu. Hatırladığı son şey, tuvalet sandığı kapıyı açmasıydı.
Sonrası karanlıktı.
Birini görmüştü. Cinsiyetini bile hatırlayamıyordu. Tek hatırladığı şey, belirsiz bir Omega feromonunun kokusu ve…
O dolgun, şahane memeler.
[Her halde ayağın kaydı ve düştün…]
Takım üyeleri böyle demişti. Güvenlik kamerası görüntülerinde kapıyı açtığı ve birkaç saniye sonra yere yığıldığı görülüyordu. İçeriden bir çift çıkıp ona bakmış, sonra el ele uzaklaşmıştı. Biraz sonra, adam geri dönüp Grayson’ı kucağına alıp koridordan taşımıştı. Odada başka kimse olmadığına göre ne yaptıkları belliydi.
Aynı kişi.
Emin gibiydi. Aynı şey daha önce de olmuştu. omega feromonunu alır almaz bilincini kaybetmişti. Yöntem birebir aynıydı.
Ama asıl sorun şu ki… hiçbir şey hatırlamıyordu.
Aşırı nadir görülen omega türlerinden bazıları, aşırı baskın Alfa’larda feromon şokuyla bayılma ya da hafıza kaybı etkisi yaratabiliyordu.
Ama aynı numaraya ikinci kez gelmek?
Bu işin peşini bırakmak olmazdı.
Yorum