Koyu Switch Mode

Comeback: No Choice But… 17. Bölüm

A+ A-

Çevirmen: Khentimentiu


 

Mevsim, yaz başıydı. 

 

Yaz başı dediğin de öyle cıvıl cıvıl değil; ham, ekşi ve morarmaya yüz tutmuş bir meyve gibi… 

 

O gece, Choi Hong-seo Pyeongchang-dong’a gidiyordu. Ünlü yönetmen Kang Woo-hyun’un evinde düzenlenen bir partiye davetliydi. “Krem konağı” adlı filme yatırım çekmek amacıyla organize edilmiş bir parti. 

 

O sıralarda, Choi Hong-seo’nun başrol için seçilmesi neredeyse kesin gibiydi. Ama yönetmen için yatırımcı bulmak deveye hendek atlatmaktan zordu. Prodüksiyonun yatma ihtimalinden tırsan Patron Myung, Kang Woo-hyun’un kulağına fısıldayıp partiyi zorla kopartmıştı. 

 

Kısacası, Patron Myung Choi Hong-seo’yu filme kapak yapmak için her yolu deniyordu.

 

Bu film, Hong-seo’nun “idol kökenli oyuncu” kategorisinden sıyrılıp “adam gibi aktör” sayılmasını sağlayacak bir fırsattı. Değerini yükseltmek, piyasada daha caka satabilmek için bundan iyisi Şam’da kayısıydı. 

 

Hong-seo arka koltukta sessizce camdan dışarı bakıyordu. Üzerinde smokin, saç-makyaj kuaförden yeni çıkmış, tam bir katalog çocuğu gibiydi. Ama suratı beş karıştı. Telefonu çaldı. Ekrana baktı ve yüzü iyice düştü. 

 

[Daha gelmedin mi?]

 

Telefonun ucundaki meşhur CEO’nun sesi zaten stresliydi. 

 

“Geliyoruz. Beş dakikaya oradayız.” 

 

[Ben ikinci kattayım, VIP’lerle ve yönetmenle. Herkes çıkamıyor buraya. Girişte ‘Yönetmenle görüşmeye geldim, adım şu,’ de. Seni yukarı yollarlar.]

 

“Peki.” 

 

Patron Myung, partide erkenden boy göstermiş, VIP’lere şirinlik yapıyordu. Muhtemelen “lavaboya gidiyorum” ayağına sıvışmış, arada bir sigara yakıp nefesleniyordu. Çakmak sesi, sigara fısırtısı derken, adam tekrar konuştu: 

 

[Bu filmin çekilip çekilmeyeceği sana bağlı, Hong-seo. Sakın hata yapma. Bugün… uzun zamandır yapılmamış VIP ağırlaması var.]

 

“Ağırlama”… Karanlıkta, Choi Hong-seo’nun dudak kenarı acı bir şekilde kıvrıldı. 

 

Tabii ya… Ağırlama dediğin şey, sadece başındaki “sözde” kısmı eksik bir fahişelik. 

 

[Hongseo, ben de artık seni böyle tutmak istemiyorum. Bu pezevenklik işi bana göre değil. Artık bağımsız ol, tamam mı?]

 

Komik ama, Hong-seo’nun işi sadece sahneye çıkmak değildi. Eğlendirmeyi de öğrenmişti. İster şişko iş adamı olsun, ister ekran başındaki meraklı zengin gelin, ister tipsiz bir kadın… Sevmediği insanlara karşı hissizleşmeyi öğrenmişti. Yoksa bu sektörde kendini koruyamazdı. 

 

“Benim için de boktan bir durum. Gidip geleceğim işte. Arkadaşımla birlikte çıkacağım yukarı, olur mu? Kapatıyorum.” 

 

[Bu yeni moda zaten… Delilik bu…]

 

CEO’nun homurtularını arkada bırakıp telefonu kapattı. Gözlerini karanlıkta ilerleyen manzaraya dikti. 

 

‘Layered’ı tanıtmak için yapmadığım kalmadı. Program mı var? Katıldım. Dizi mi? O da tamam. Yeter ki adım duyulsun. Canımı dişime takıp çalıştım. Ne derlerse yaptım. O yüzden insanlar artık beni çağırıyor. Yılların çilesi sonunda meyvesini verdi. 

 

Bu fırsat kaçmazdı. Zirveye çıkmaktan başka çare yoktu. 

 

CEO da hep derdi ya: 

 

“UB’den ayrılırsan öyle biri olacaksın ki, ben bile sana yanaşamayacağım. Park Kyung-han gibi yıldız ol, büyük ajansa geç. İyi gidiyorsan, seni tutacak değilim.”

 

Gerçekten de eğlence programlarından kazandığı para, CEO’nun sağa sola “gönderdiği” işlerden kazandığından fazlaydı. Yani bu işkenceden kurtulmak için bir umut vardı.  

 

Salak gibi inandım. 

 

Yönetmen Kang Woo-hyun’un evinin önünde partiye gelen misafirler birikmişti. Açık kapının önünde ayaküstü sohbet eden bazıları, Hong-seo’yu tanıyıp fotoğraf istediler. Birer birer poz verirken, UB’den tanıdığı oyuncu Jeong Ji-in de geldi. 

 

Parti kıyafetiyle Ji-in sanki “yatırım çekmeye gelen oyuncu” değil, “yatırım yapacak sosyetik zengin kızı” gibiydi. 

 

‘Layered’ üyeleriyle Hyun-soo aynı gecekondumsu evde kalırken, Ji-in’in her şeyi bambaşkaydı. Sadece pahalılığından değil; kendisinde asil, eğitimli, görgülü bir prens havası vardı. 

 

Ama böyle şımarık prenslerden değil. Babasının iflası sonrası borca batan, ama hâlâ kibarlığını bozmamış bir prens gibi… Hyun-soo ve Hong-seo da ilk geldiğinde bunu konuşmuşlardı zaten. 

 

“Abi, beni mi bekliyordun?” 

 

“Choi Hong-seo’yu ne zamandır görmüyorduk. Aynı evde mi yaşıyoruz cidden?” Ji-in gülümsedi. 

 

“Knox Otel’de yüzünü görecektim en son, ama yoktun.” 

 

“Ah o zaman… Eski bir arkadaşa denk geldim. Köşeye çekilip sohbet ettik…” 

 

Ji-in’in bu kadar uzun açıklama yapması garipti ama, Hong-seo’nun ilgilenecek hali yoktu. Kısaca başını sallayıp Ji-in’in koluna girdi. 

 

“Yukarı çıkalım. Patron, yönetmenle ikinci katta.” 

 

Yönetmen Kang’ın evi, Pyeongchang-dong gibi bir yerde bile oldukça büyük bir malikaneydi. 

 

Hong-seo, adamın zengin olduğunu biliyordu. VIP davetlerde boy gösteren, sanat piyasasında da ağır abilerden biriydi. Gişe canavarı bir yönetmen olmasa da prestij sahibiydi. Ama geldiği zaman gördü ki, bu adam bildiğin multi milyonerdi. Hatta belki de çok daha fazlası. 

 

Geniş salonun içine girince, gözleri fal taşı gibi açıldı. 

 

“Vay… burası ev mi, alışveriş merkezi mi?” 

 

Kapılardan görünen bahçe, ötesinde ise serin bir yaz gecesinde parlayan Seul manzarası… Bahçenin köşesine DJ kabini ve bar kurulmuş, ortada dev bir taşınabilir havuz… İçerisi bikinili ve mayolu gençlerle doluydu. 

 

Boylu poslu, manken gibi tipler. Parti davetlisi falan değildi bunlar; atmosferi “renklendirmek” için özel getirtilmiş manken kılıklı figüranlar. Varlıklı VIP’lere göz şenliği… 

 

CEO’nun tarzıydı bu. Parayı nerede harcayacağını iyi bilirdi. 

 

O gençlerin etleri gözle tartılıp havuza atılıyordu adeta. Ama hepsi mutlu gözüküyordu. 

 

“Hiç değilse şu anlık eğleniyorlar… Benim eski hâlimden iyiler belki de?” diye geçirdi içinden. 

 

Kendi kendine kıkırdayarak Ji-in’e usulca fısıldadı: 

 

“Yönetmen Kang gerçekten holding çocuğu olabilir ha…” 

 

“Böyle bir dedikodu mu var?” 

 

“Babasından film parası isterken kapı dışarı edilmiş diyorlar. Doğru mu bilinmez. Ama bu adamın çevresi acayip.” 

 

Kang Woo-hyun’un adını ilk duyduğu günden bu yana öğrenmişti: 

 

Adam koleksiyon meraklısıydı. Fallara, falcılara, medyumlara derinden bağlıydı. Ve üst sınıfla içli dışlı bir zengindi. 

 

Ama şimdi evi görünce, “bu ne lan?” dedirtti resmen. Sinema yönetmeni değil, bildiğin hanedan mensubu. 

 

İkinci kata çıkan merdivenler güvenlikliydi. Adını verip çıkınca, havuzdaki manzara yukarıdan daha da trajikomik görünüyordu. 

 

“Göz kontağını iyi kuruyorsunuz. Aynen öyle, bu tür partiler zaten ‘seyretme’ işine hizmet ediyor. Hoşuna giden kıza biraz cep harçlığı ver, eğlen işte…” 

 

Choi Hong-seo’nun gözlerinde nefretle parlayan bir ışık vardı. Kendini o havuzdakilerin yerinde gördü. 

 

Artık bu sektöre kendi gelen çok. Borca sokmaya, tehdit etmeye gerek kalmadan… Ama hâlâ arada kurbanlar çıkıyor. Hele para kazanacak kıvama gelmişse, bırakmaya kimse yanaşmıyor. 

 

Hayatım tesadüfen bu hâle geldi ama hâlâ umut var diyordum. Yıldızlık, para, güç… Belki bir gün bu bataktan kurtulurum diye. 

 

O yüzden bu rol Choi Hong-seo için her şeydi. 

 

“Peki biz buraya niye çağrıldık, haberin var mı?” 

 

İçerideki özel odaya geçmek üzereyken, Ji-in sordu: 

 

“Sanırım şirket, yönetmenin yeni işine yatırım yapacakmış.” 

 

“UB mi?” 

 

“Şirket mi, yoksa CEO bireysel yatırımcı mı, bilmiyorum… Ama adamın heyecanı tavan yapmış durumda.” 

 

“Peki neden illa UB yatırıyor?” 

 

“Çünkü… Patron beni başrol yapmak istiyor.” 

 

Etiketler: novel oku Comeback: No Choice But… 17. Bölüm, novel Comeback: No Choice But… 17. Bölüm, online Comeback: No Choice But… 17. Bölüm oku, Comeback: No Choice But… 17. Bölüm bölüm, Comeback: No Choice But… 17. Bölüm yüksek kalite, Comeback: No Choice But… 17. Bölüm light novel, ,

Yorum