Çevirmen: Khentimentiu
Koi, heyecandan titreyen parmaklarıyla telefonunun tuşlarına bastı.
Aslında böyle durumlarda Ashley’nin haber vereceği tek kişi vardı: Koi. Sonra da Koi, haberi tüm aileye yaymakla görevliydi. Beklendiği gibi, Ashley’den bilgiyi alır almaz telefona sarıldı, sabit bir ritimle numaraları aramaya başladı.
“…Telefonu açmıyor. Mahkemede mi acaba? Grayson, itfaiyeci olacağım diyormuş! Yeni birini bulmuş, iyi iş çıkartıyormuş, harika değil mi? Kendine iyi bak, müsait olunca gel, seni seviyoruz.”
En büyük oğlunun telesekreterine -Ashley’nin genetik klonu olan çocuğa- mesaj bırakıp, sıradaki kişiyi aradı: En büyük kızı ve üçüncü çocukları Stacey.
“Ne? İtfaiyeci mi? Grayson mı? Şu salak mı?!”
Stacey haberi duyar duymaz kahkahayı bastı. Koi bir anlığına duraksadı, gözlerini kırpıştırdı. Beklediği tepki bu değildi. Umduğu etkiyi alamayınca hızlıca konuşmayı toparladı, “Seni seviyorum,” diyerek telefonu kapattı.
Ve sonra… sıradaki arama.
Ama bu sefer tereddüt etti. Çünkü arayacağı kişi Chase’ti. Son kavgalarından sonra yeni yeni konuşmaya başlamışlardı. Gerçi hâlâ tam olarak uzlaşabilmiş değillerdi. Yılda birkaç kez, Haberleşebilmek için mesajlaşıyorlardı. Koi yine de buna bile minnettardı.
“Huuh…”
Derin bir nefes aldı, kendini sakinleştirdi. Hemen ardından Batı Yakası saatine baktı. Tamam. Şu an aranabilir.
Kafasını salladı, iradesini topladı ve arama tuşuna bastı. Çalan tonda kulaklarını dikti, arayan taraf heyecanlıydı ama aranan taraf…
“Ne var?”
Karşıdan gelen bu kısa ve sert cevabı duyunca, Koi’nin bütün motivasyonu tuzla buz oldu.
“Ee… şey… Grayson, şey… itfaiyeci olacakmış. Ashley de ona iş buluyormuş…”
Sözleri zar zor ağzından çıktı ama telefondan çıt çıkmadı. Sessizlik onu öyle germişti ki, Koi neredeyse konuşmaktan vazgeçti. Sessizliği bozmak için temkinli bir şekilde tekrar seslendi:
“Chase…?”
Ama Chase cevabını öyle bir verdi ki Koi’nin kulakları yandı:
“O geri zekâlı yine neyin peşinde ya, Allah’ın manyağı!”
“Ne?”
Koi şaşkınlıkla sordu ama cevap yerine telefon kapandı. Elinde telefonu, ağzı açık kaldı. Donup kalmıştı. Derin bir iç çekti. Ama biliyordu: Chase bu haberi partneri Joshua’ya anlatacaktı. Joshua ve çocukları, Chase’in en kıymetlileriydi.
İyi.
Koi’nin yüzünde yine o klasik “Her şey güzel olacak” gülümsemesi belirdi. En çok endişelendiği çocuğu Chase’ti ama kaderini ilk bulan da o olmuştu. Ardından diğer çocuklar da sırasıyla hayat arkadaşlarını bulmuştu. Tek bir kişi dışında… Grayson.
Ne ironik, değil mi?
Kaderini bulmak için ömrünü harcayan Grayson, hâlâ yalnız olan tek kişiydi.
Kıyamam sana yavrum, diye iç geçirdi Koi. Umarım bir an önce sen de bulursun.
Ama içinden bir şey daha ekledi: Bulamasa da, bu fırsat sayesinde “insanlık” öğrenirdi belki. Yardım ederek, başkalarına destek olarak… Öğrenebilir. Koi de zamanında öğrenmişti, kolay olmamıştı ama öğrenmişti.
Bunu da içinden geçirdikten sonra, aramaya devam etti. Diğer çocuklar da benzer tepkiler verdi. Bazıları güldü, bazıları dalga geçti ama… Koi emindi: Hepsi içinden aynı duayı ediyordu.
Grayson da bir an önce kaderini bulsun.
Çünkü Koi’nin çocukları melek gibiydi.
Biraz “farklı” olabilirlerdi ama… O kısmı boş verelim. Koi, kalbindeki bahar havasına aykırı şekilde yaklaşmakta olan karanlık fırtınayı hiç fark etmedi.
**
Miller ailesinin kara koyunu geliyor.
Ve bu haber, yarım gün içinde itfaiye istasyonuna ulaştı. Tepki? Elbette olumsuzdu. Bu da kimdi şimdi? Kimseye haber vermeden, alakasız bir zamanda, sınava bile girmeden, parkur testi olmadan içeri girmek de neyin nesiydi?
Buradaki herkes zorlu eğitimlerden geçmişti. Canı pahasına bu işi yapıyordu. Birileri ise, canı sıkılınca “Bana itfaiyecilik çok yakışır ya,” diyerek keyfine göre girip çıkacak mıydı?
İşte bu yüzden eğitim salonundaki bütün itfaiyeciler, sanki birini kül tablası yapmaya kararlı gibi duruyorlardı. Yangın şefi, sırtından soğuk terler dökerken zorla gülümsedi:
“Şimdi… durum bu arkadaşlar, alışsanız iyi olur. Sadece bir yıl. Topluma hizmetin farklı bir şekli gibi düşünün. Miller da bir vatandaş sonuçta… hem de vergi rekortmeni bir vatandaş! He?”
Onlara katılmaları için yaptığı bu son kıvırma hareketine gelen tepki?
“Bu topluma hizmet değil, zengin ve şımarık çocuğu eğlendirmek. Acil çağrılara yetişemiyoruz zaten, şimdi bir de onunla mı uğraşacağız?”
İçlerinden biri el kaldırıp sarkastik bir tonda konuştu. Yangın şefi içinden “Allah kahretmesin seni” diye geçirse de dışına vurmadan tatlı tatlı konuşmaya devam etti:
“Şey gibi düşünün… yeni gönüllü itfaiyeci geliyor. Ha mesela… yarı zamanlı çalışan gibi de düşünebilirsiniz, olur biter!”
Tabii ki… kimse bu “gönüllü” masalını yutmadı. Gönüllü itfaiyeciler bile bu iş için kan ter içinde eğitim alıyordu. Bu öyle ‘Bana baret yakışıyor’ diye girilecek iş değildi.
Şef, soğuk bakışların içinde “Kendini kurtar kardeşim!” diyerek konuyu değiştirmeye karar verdi:
“Ehehe… neyse, konu bu değil aslında. Miller gelince… ona sürpriz bir HOŞGELDİN PARTİSİ yapıyoruz! Yer: bizim takıldığımız bar. Bol bol içki, bol bol sohbet! Gerçi baskın alfa’lar sarhoş olmuyormuş ama… içirirsek görürüz, hahaha! Herkes katılıyor, tamam mı? Herkes!”
“Partiymiş… hoş geldin partisiymiş…”
Salonda çıt çıkmadı. Şef, barın adını söyledi, “Yazın kenara!” diye bağırdı ve resmen olay yerinden kaçtı.
Kapı kapanır kapanmaz soğuk bir hava yayıldı. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor, “Kim ilk patlayacak?” diye sessiz bir düello yapıyordu. Sonunda birisi yerinden fırladı:
“Bu ne saçmalık ya?! Adam sınava bile girmeden direk işe başlıyor!”
Ve kıyamet koptu.
“Tabii ki saçmalık! Nerede eşitlik, adalet?!”
“Belki baretin ne işe yaradığını bile bilmiyordur.”
“Herkese eşit şans verilmeli. Bu bildiğin torpil. Klasik Miller ailesi işte.”
“Üç nesildir devam ediyorlar ya… Miller Hukuk Bürosu çetesi!”
“Başkan falan da olsalar bu kadar keyfi davranamazlar. Burası Amerika!”
“Başkan değiller, sadece avukatlar!”
“Senatör oldular bir de, arkasında da Miller avukatlık bürosu var…”
Tepkiler bir süre daha sürdü, sonra yavaş yavaş herkes sustu. Sessizlik geri geldi.
Evet. Burası Amerika’ydı. Yeterince paran varsa her şey mümkündü.
Üç kuşaktır Kuzey Amerika’nın en güçlü hukuk bürosu olan bir ailenin çocuğuysan, senin için imkânsız diye bir şey yoktu.
Ve şimdi o aile, siyasete de el atmıştı.
Amerika artık onların oyun bahçesiydi.
Yorum